"Her son bir başlangıç mıdır?"Yemyeşil gözleri donuk bakıyordu. Uzun ve gür saçları her zaman açık bir şekilde bırakırdı ama bugün balıksırtı örülüydü. Beyaz teni dahada beyazlamış damarları kendini gösteriyordu.
Elleri titreyerek kapıyı kilitlemeye çalışıyordu. Sonunda çevirdi ve kitlendi kapı. İki adım geriye gitti. Ve evinin kapısına bir kez daha baktı. Aklından daha düne kadar olan zamanları geçiyordu, belli. Yerden çantasına uzandı, omzuna takıp merdivenleri inmeye başladı. O merdivenlerden iniyordu, gözyaşları ise gözlerinden.
Bahçe kapısınıda çekip arkasına döndü;
"Hoşçakal anne baba, hoşçakal ben.." dedi ve uzunca bir nefes çekip gözyaşlarını elinin tersiyle sildi.Ardından ağır adımlar ve sallanan vücudu ile arabaya ulaştı. Kendini hemen attı arabaya. Ayakta durmaya mecali kalmamıştı. Ellerinin ucunun karıncalaştığını hissediyor, soğuk soğuk terler döküyordu. Camını indirdi. Evine bakarak yola devam etti.
18 yaşına daha basmadığı için babaannesi ile kalacaktı artık. Bundan bir ay öncesine kadar adını bile duymadığı babaannesinin yanına taşınıyordu. Göğüs kafesine acısı ağır geliyordu.
Daha fazla arabada kalmaya tahammül edemeyip birden "Çek kenara!" diye inledi içerisi. Şöför hemen sağa çekti. Huzur hızlıca kendini arabadan dışarıya attı. Koşar adımlarla yolun ilerisindeki gölün kenarına gitti. Dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya başladı. Artık sessiz bir şekilde ağlayamıyordu.
Göğüs kafesinin içindeki acı, dışarıya feryat şeklinde çıkmıştı. Sadece dediği tek bişey vardı.
"Neden?!"
Yağmur kendini hissettirmeye başlamıştı. Nefesini düzene girmeye başlamıştı. Gökyüzüne doğru baktı;
"Bu yağmur sizin gözyaşınız değil annecim, babacım. Sizi çok seviyorum, her zaman seveceğim, özür dilerim." gözlerini onaylar şekilde kapatıp açtıktan sonra ayağa doğruldu.
Yavaş yavaş arabaya yaklaştı. Şöför "Niye özür dilediniz?" diye soru yönelttiğinde omzunu silkip arabaya bindi Huzur. Tekrar yola çıktılar. Yağan yağmur havayı gri renge buladı.
Yolun ilerisinden görünen o büyük karanlık duran evi gördü. Ne kadar korkunç diye içerisinden geçirdi. Fakat araba o evin yolunu tutuyordu.
İçini bir huzursuzluk kaplamıştı bu sefer. Camı açtı ve eli istemsizce boğazına gitti.
Araba evin bahçesine büyük simsiyah demir bir kapıdan geçerek girdi. Uzun uzadıya bir avluya çıkan tek bir ışığı yanmayan yolu takip ederek evin kapısına geldiler. Araba yanaşırken evin büyük işlemeli siyah kapısı açıldı, sırasıyla babaannesi, kuzeni ve evin çalışanları çıktı.
Babaannesi haricinde diğer kişiler Huzur'un gelişinden pek memnun görünmüyorlardı . Bahçede "Hoş geldin torunum" sesi yankılandı. "Haydi içeriye girelim yemek masası seni bekliyor " diyerek elini Huzur'un sırtına götürüp hadi der gibi hafif itti. İçeriye yürümeye başladılar. Evin çalışanları hep bir ağızdan geçmiş olsun, başın sağolsun gibi cümleler sarfediyorlardı.
İçeriside dışarıdan gözüktüğü gibiydi. Gotik bir tarzı vardı. Lambalardan ziyade mumlar vardı etrafta. Siyah, bordo renkleri ağırlıktaydı evde. Uzun siyah mermer masa enfes gözüküyordu. Çeşit çeşit yemekler ve iştahı olmayan Huzur.
Kutlama masası gibi gözüküyordu. Halbuki ortada kutlanacak bişey yoktu.
Aksine sabah Huzur'un anne ve babasının cenaze töreni vardı. Hiç göremediği, katılmasına müsaade edilmediği cenaze töreni.
Evin çalışanlarından biri hemen sandalyesini çekti Huzur'un. Geriye kalan üç aile üyeside masaya oturduğunda yemekleri tabaklarına kondu. Masada konuşan yoktu. Babaannesi keyifle tabağından iki lokma aldıktan sonra "Artık burada bizimle yaşayacağın için çok mutluyuz. Keşke baban da burada olsaydı." dedi ve elini kadehine götürürken.
Huzur sert bir çıkışla "Peki ya annem!?" diye babaannesinin yüzüne döndü.
Babaannesi sessizliğini koruyarak kadehinden bir kaç yudum aldı. Huzur aynı tepkisini koruyarak sandalyeden ayağa kalkarak evin çalışanlarına dönerek "Kalacağım odayı gösterir misiniz? Benim için akşam yemeği ve bu konuşma bitmiştir" dedi. Ayaklarını yere vurarak Filiz hanımı takip etti.
Filiz hanım bu evin en eski çalışanıdır neredeyse. Babasının gençliğinden bu zamana kadar yanlarında çalışmış. Üst kattaki odasının kilidini açarak odaya girdi bavulunu yere koyarak elini Huzur'un omzuna götürdü; " Bu oda babanın odasıydı, baban bu evde kalırken burada yatardı. Annen de bir zaman burada kaldı. Bu odada yatmak içini bir nebze de olsa belki ferahlatacaktır, belki rahat rahat uyuyabilirsin. Çok uykusuz kalmışsın evladım. Ben sana bir papatya çayı getireyim sende sıcak bir duş al." diyerek odanın kapısını çekti.
Huzur içini çekerek yatağın kenarına oturdu, şöyle bir odaya göz gezdirdi. Bir kaç poster, bir kaç fotoğraf çerçevesi çekti ilk dikkatini.
Kocaman bir kitaplık.
Bir pikap.
Ve plaklar.
Mumlar, tütsüler.
Sallanan koltuk.Bu odanın babasının olduğunu kanıtlıyordu resmen.
Havlusunu ıslak saçlarına sararak odaya geçti. Eline babasının gençlik fotoğrafını aldı yüzünü okşadı. Pişmanlık duyan bir yüz ifadesi vardı yüzünde çerçeveye bakarken.
Yerine koydu yatağına uzandı, kapı tıklaması ardından içeriye Filiz hanım girdi elinde büyük bir kupa çay ile.
Huzur kupayı alırken "Babaannem, annemi sevmiyor muydu?" diye soru yöneltti. Filiz hanım gözlerini kaçırarak odadan hızlı adımlar ile çıktı.
Bişeyler bildiği va sakladığı ortadaydı.
Huzur çayını yudumlarken artık bitkin düşüp bardağını kenara koydu. Battaniyesini üzerinde düzeltip kendisini yatağına gömdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Huzur
General Fiction"Merhaba güzel kızım, Eğer bu mektup eline geçmiş ise ayrı düşmüşüz demektir. Sana hayatı hiçbir zaman tam olarak anlatamadım. Senden gizledim. Yok sayarsam gerçekten yok olur sandım. Ama sana bütün gerçeklerini bir bir anlatacağım. Bunları öğrendi...