Keyifli okumalar^^
Uykuya aç kalmış gözlerini birkaç sayfa için zorlamayı seçti ve bakışlarını artık son evresine girmiş bir romana çevirdi. Satırlar zihnine son kez nüfuz ettiğinde boğazının düğümlendiğini hissetti. Bu hissi hep hissediyordu: Ne zaman bir romanı bitirse kollarında bir insan ölmüş gibi kilitleniyordu. Yine de onları insanlar gibi gönmmeye razı değildi, daha önce hissedilmiş bir kitabın bile hâlâ katabileceği şeyler olduğuna inanıyordu.
Belki de bu yüzden hepsini tekrar tekrar öldürüyordu.
Saat, gece 02.00'ı gösteriyordu fakat onca şeye rağmen uykusu yoktu; yaptıklarının sorumluluğunu her zaman alırdı. Bu sefer de yaptıklarının yükünü kendi omuzlarına yükleyecekti. Her zaman taşıyabileceğini sanıyordu, bir gün altında ezilecekti.
Fakat bundan habersizdi.
Kendisini suçlu hissetmiyordu, aksine yaptığı şeyin ne kadar doğru olduğunu aklından sayamadığı kadar geçirmişti. Zaten yaptığı şeyin iyi ya da kötü olması önemli değildi. O kendini belli bir şeye inandırmıştı ya. Gerisinin bir önemi yoktu. İnsan elindeki somut gerçeği kabullenmektense inandıklarını izlemeyi seçiyordu, çünkü bu ona daha güvenli geliyordu.
Elindeki kitabı nazikçe bir kenara bıraktı ve aynı naziklikte olmayan bir şekilde masanın üzerinde duran telefonunu aldı. Galeriye girip aradığı fotoğrafı buldu ve incelemeye başladı, iliklerine kadar donduğunu hissetti. Kadının tanıdık yüzü hoş bir gülümsemeyi yansıtıyordu ve yanındaki çocuk henüz 2 yaşındaydı. Çok hoş bir fotoğraf gibi görünüyordu, en azından bir yabancı bu şekilde yorumlardı. Galeriden hızlıca çıkıp sanki tehlikeli bir maddeymiş gibi telefonu yatağa fırlattı.
İyi bir uykuya ihtiyacı vardı.
Bunun yanında artık kaybedecek zamanı kalmadığını biliyordu, zamanın kararını değiştirmesine izin vermeyecekti.
Sadece yardım etmek istiyordu.
Susmak istemiyordu, insanlar yanında rollerini oynarken o sahteliğin bir parçası olmaya hiç ihtiyacı yoktu artıdan bu midesini bulandırıyordu. Herkesin hiçbir şey olmamış gibi davranmasına katlanmayacaktı. Yine suçlanacağını ve ortada bir sorun yokken kendi kendine sorun çıkarmış biri gibi görüneceğini biliyordu. Fakat son kez olanları yüzlerine vurmak belki de bunu yaparken son bir kez düşmek istiyordu. Maskelerini fırlatırken yaptıklarının gerçekliğinin görülmesini istiyordu.
O belki de bu yüzden biraz bencildi.
Harcananlar önemsizdi, sonuç tatmin edici olacaktı.
Yani olmalıydı.
O tablonun detaylarından uzaklaşmaya çoktan başlamıştı, detayları inceleyen insanların gerisinde bütüne bakıyordu.
Şimdi manzara bir savaş alanını andırıyordu.
Yapılan onca şey o kadar birikmişti ki onu öldüreceklerdi. Toplu bir cinayet işlenecekti.
Toplumun büyük kısmının desteklediği davranışlar doğru olarak nitelendiriliyorsa, işlenen toplu cinayet suç sayılmaz.
Yanlışı herkes yapıyorsa o artık yanlış olmaz.
Yine de bir şeyin farkındaydı: Yaptığı şey bu kadar küçük insanlar için büyük bir devrimdi, onlar için değmezdi.
Buna neden devam ettiğini bilmiyordu, o sadece son bir kez akınıtıya karşı yüzmek istiyordu.
Nehrin akışını değiştiremeyeceğini biliyordu fakat ona nasıl aktığını anlatacaktı.
Hayır, kelimeler gerçekleştirilmediği sürece bir hiçtir.
Onlara gösterecekti.
•
"Onları sen mi kurtacakasın, Tunç?"
Adamın gergin bakışlarının hedefi, karısıydı. Onunla empati kuramıyordu çünkü neden yardım etmemesi gerektiğini anlayamıyordu. Dahası yedi yıllık karısının hâlâ onu anlamak istememesini kaldıramıyordu. Bu yüzden kelimeler ağzından dökülürken sesi duygudan arınmıştı:
"Sadece bir köprüye ihtiyaçları var, yardım edeceğim."
Sözleri kadın için bir anlam ifade etmiyordu, bir kaç kelimeden farksızdı.
Belki de bundan dolayı kocasına yönelttiği bakışlarında bir miktar da küstahlık bulunuyordu. Otuz yıllık hayatı boyunca hiçkimsenin işine karışmaya çalışmamıştı, kocasının da karışmasını istemiyordu. Her şeyden bağımsız yaşamıştı.
Bir korkaktı.
"O köprü olduğuna seni bu kadar inandıran şey nedir?"
Adam onunla bu konuyu daha fazla tartışmayacaktı, kararını vermişti. Zaten karısından yardım da istememişti, onu sürüklemek niyetinde değildi.
Böylelikle umduğunu bulamamasının getirdiği üzüntüyle mutfağın kapısına doğru ilerledi ama karısının sesi onu durdurdu:
"Adam karısını 1 yıldır aldatıyor, yeni mi pişman olmuş? Onda kurtarılabilecek bir şey yok, Karısını daha fazla barışmaya ikna etmeye çalışma."
Karısına doğru yavaş ve sakince ilerledi; parmaklarını, ellerinin arasına aldı:
"Ağabeyim pişman, hata yaptığının farkında. Evet, hiç olmamalıydı fakat en azından çocuklar için yeniden denemekten zarar gelmez."
Bu sözler kadının kalbine saplandı, ordaki her şeyi yakmaya başladı.
Aslında adamın sözleri değil, kadının yaptıkları onu yakıyordu. Daha fazla o ateşi harlamak istemiyordu. Sormak istiyordu fakat alacağı cevaptan değil olacaklardan korkuyordu.
Kelimeler gerçekleştirilmediği sürece bir hiçtir.
Kadın, elinde bir hiçle kalmak için çok şey feda ederdi fakat iş işten geçmişti. Bu yüzden tekrar konuştuğunda çıkan ses artık pes etmiş birinden çıkıyordu.
Bir korkaktı.
"Daha fazla zorlamayacağım ama bu konuda tamamen yalnız olduğunu unutma"
Adam yavaşça başını salladı, keşke bunu yaparken karısının bakışlarındaki gariplikten de kurtulabilseydi. Bunu zihninde biraz erteledi ve düşüncelerine odaklandı. Az önce niyetlendiği gibi kapıya yöneldi ve mutfaktan çıktı.
Geride bir son bırakmıştı.
Fakat bundan habersizdi.
•
Genç kızın güzel yündeki hüzün ona yakışıyordu. Bu yüzden acı çekmeye ihitiyacı varmış gibi görünüyordu. O an kahkahalar atmayı çok isterdi, bu hiç gerçekleşmedi.
Yanındaki arkadaşı şüpheci bir şekilde kızın yüzünü inceliyordu, orda açılabilecek bir kapı arıyordu.
Ve buldu.
Zamanla o kapılara birer birer kilit vurulacağından ikisi de habersizdi.
Arkadaşı tekrar konuştuğunda, sesi sanki başkasından çıkmış gibi gelmişti:
"Daha ne bekliyorsun, senin için neler yapmış? Bu doyumsuzluk neden?"
Sözleri kızın yüzündeki güzel hüzüne bir de hayal kırıklığı ekledi.
Sanki bu onu daha da güzelleştirmişti.
Konuştunda, her kelimesi saftı; gerçekti:
"Ben bunu istemedim, bu şekilde sevgisini göstermesini ondan hiçbir zaman beklemedim.bu hediyeler... Söyle bana, Ece: Sevgi satın alınabilir bir şey mi? Onun sevgisi sadece birkaç güle ve hediyeye mi sığıyor? Sevgiyi birkaç eşyaya yükleyemezsin. Onu hissettirmen var olduğunu kanıtlamaya yeter. İlla ben hediyelere sığdırırım diyorsan da bu yüceliğini azaltır. Samimiyeti kaybeder."
Arkadaşı alaycı bir ifadeyle güldü. Söyledikleri bir şey ifade etmiyordu, onu anlamıyordu. Birazdan söyleyecekleri de bunları destekleyecekti ve kızın arkadaşı için sadece üzüntü hissetmesine neden olacaktı.
Hüzün ona yakışıyordu.
"Gene aynı saçmalıklar, bu devirde böylesini buldun ve surat asıyorsun. Aç gözlerini."
Kızın gözleri zaten açıktı, en azından o an için yeterince şeyi gördüğünü sanıyordu. Tablonun bütününe baktığında yaşayacağı yıkım geçmişini yok edip geleceğine akacaktı.
Fakat bundan habersizdi.
O an ortada bir tablo olduğunu bile bilmiyordu ki, nasıl bilecekti?
Düşüncelerinden sıyrılıp o ana döndüğünde arkadaşıyla tartışmak istemediğini fark etti ve şu sözler ekledi:
"Daha fazla beni zorlama, düşüncelerimi biliyorsun. Neden saygı duymuyorsun?"
Arkadaşı şefkatli bir tavır takındı ve kızın elini tuttu:
"İyiliğini istiyorum, biliyorsun. Lütfen biraz düşün: Sen düşüncelerine saygı duyulmasını istiyorsun fakat onun sevgisini hediyelerle ifade etmesine saygı duymuyorsun. Onun anladığı yol bu, o bunun seni mutlu edeceğimi düşündü. Kızma lütfen."
Genç kız yavaşça başını salladı ve arkadaşına hafifçe gülümsedi:
"Deneyeceğim. Sadece sen istiyorsun diye ama."
Arkadaşı, sevindi.
Gerçekten.
İçini rahatlatan bir duygunun onu sarmaladığını hissetti. Genç kızın çocukluktan beri arkadaşıydı, hep yanında olacaktı.
En azından böyle planlamıştı.
Ama kız için zaman ilerlerken arkadaşı ona yetişemeyecekti.
Zaman ilerleyecekti, beraberinde çok şey yıkıp inşaa edecekti. Kız büyükçe gözünde acılar küçülecekti. Hissizleşecekti.
Ne yazık ki kötülük olmadan iyilik var olamaz. Kaybettiği olumsuz olan her şey iyi olanları da beraberinde götürecekti. Kız kuyunun dibinden herkesle birlikte çıkmayı isteyecekti. Onun için damlaları feda etmek okyanusu feda etmekti.
Kız merhametti.