Fourty Nine

597 52 82
                                    

"Hey, Mel."

"Selam Ashley..Solgun görünüyorsun. Sen iyi misin?"

"Mevsim değişiklikleri sadece. Büyütülecek bir şey değil."

"Oh, geçmiş olsun o halde. Ee ne var ne yok?"

"Pek bir farklılık yok. Sadece son zamanlarda hayattan bezmiş durumdayım. Hey serçen nasıl? O minik şirin şeyi görmek istiyorum."

Kamerayı kendimden çevirip kenarda sakince duran serçeme yönelttim.

"Şu şapşala da bakın. Uçma denemeleri yapıyor musunuz?"

"Evet, birkaç defa yaptık ama ilerleme kaydedemedik."

"Hm zorlamayın o halde. Zaten vücudu tam olarak sağlam sayılmaz."

Onu onayladığımda tekrar söze girdi.

"Küçük bir plan yaptım. Sen ve benim için. Ama Alan'ın da benimle gelme olasılığına karşın Erik'i çağırabilirsin."

"Olur, hem yanınızda üçüncü tekerlek olmak istemem. Planın ne?"

"Hamburger yemeye gidebiliriz ya da pizza. Bilmiyorum bir yerlere gidip tıkınalım."

Güldüm.

"Hamburger olsun. Bayadır yemiyorum."

Yatağıma uzandım.

"Aslında Melanie sana bir şeyden bahsetmek istiyorum. Daha erken söyleyecektim ama çekindim."

"Nedir o Ash?"

"Sebastian'ı gördüm."

Omuz silktim.

"Evet ben de gördüm."

Şaşırdı.

"Nasıl yani? Gerçek hayatta mı?"

"Hayır filmde. Artık Winter Soldier o olacak. Sevdiğim şeyleri mahvetmek zorunda zaten." Son cümleyi başımı yana çevirip sessizce söylemiştim.

"Evet ben de bunu biliyorum ama ben onu normalde gördüm. Kanlı canlı, bildiğin gördüm adamı."

"Niye bu kadar heyecanlısın ki?"

"Ona senden bahsettim."

"Benimle dalga mı geçiyorsun Ash?"

"Özür dilerim, özür dilerim. Sana sormam gerekirdi. Ama onu görme fırsatını bir daha yakalayamayabilirdim."

"Ne dedi?"

Aslında cevap umrumda değildi. Bu yüzden sadece biraz merak ettiğimden sordum. Başka bir sebebi yoktu.

"Seninle görüşmek istiyormuş."

Kaşlarımı çattım.

"Şimdi mi gelmiş aklına benimle görüşmek!"

"Hey! Bana kızma. Görüştüğünüzde ona bağırırsın. Küçüklüğünden beri onu görmek istiyorsun. Bir nevi iyilik yapmış oldum sana."

"Onunla görüşmeyeceğim ve onu görmek istediğim filan da yok."

"Tekrar düşün Melanie. Şu an Londra'da. Eskiden yer aldığı tiyatro salonunda. Sen hangisi olduğunu biliyorsun."

Burnumdan öfkeli bir nefes verdim.

"Lanet olsun, o tiyatro salonu buraya çok yakın. Onunla karşılaşma ihtimalim var."

"Aynen öyle. Bu yüzden onunla normal bir şekilde görüşmen daha iyi olur. Dinle, bende numarası var."

"Ne diye numarasını aldın?!"

"Hemen sinirlenme şöyle. Bırak da konuşayım."

Göz devirdim.

"Telefon numarası bende çünkü seninle gerçekten görüşmek istiyor Melanie. Bana senden ona haber göndermem için numarasını verdi."

"Öyle mi? O halde söyle ona, canı cehenneme!"

Telefonu kapattım. Her an patlayacakmış gibi hissediyordum. Demek benimle görüşmek istiyor ha. Hangi yüzle?

Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Gökyüzü de benim gibi hissediyordu. Belki yağmur kokusu ve soğuk hava bana biraz olsun iyi gelirdi. Hırkamı giydim ve dışarı çıktım. Biliyordum, sırılsıklam olacaktım ve belki de hasta. Ama bunu düşünecemeyecek kadar bozuktu sinirlerim.

Yağmurun altında öylece bekliyordum. On dakika geçmeden telefonumun titreşimini hissettim. Arayan Erik'ti ama onunla konuşacak durumda değildim. Telefonu kapattım ve cebime geri koyacaktım ki tekrar çalmaya başladı. Durmayacağını biliyordum. Onu sessize alıp görmezden gelmek de istemiyordum. Açtım ve kulağıma götürdüm.

"Melanie, az önce Ashley aradı. Bir sorunun mu var?"

"Hayır, her şey yolunda."

"Hayır değil tatlım. Ağlıyorsun."

Nasıl yağmurun sesinden sesimdeki titremeyi ayırabilmişti? Bu ondan duygularımı saklamamı zorlaştırıyordu.

"Neredeysen oraya geliyorum."

Kaybettiğimi anlayarak bir nefes verdim.

"Eğer camından bakarsan beni görebilirsin."

Telefonun kapandığını belirten sesi duydum ve telefonu sonunda cebime koydum.

Şimdi bana soracaksınız, Erik hala yurtta mı kalıyor diye. Evet öyle çünkü henüz kalacak bir yer ayarlayamadı, rektör ile konuşup anlaşmış. Yaz bitimine kadar burada kalacak.

Az sonra hızla yere çarpıp birikintileri etrafa saçan adımların seslerini duydum. Ardından bedenime sarılıp yağmura kendini adeta siper eden bedeni hissettim.

Göğüsü hızla inip kalkıyordu. Koşmuş olmalıydı.

"İçeri geçelim. Hastalanacaksın."

Karşı koyamadım. Belimi kavradı ve birlikte odasına doğru ilerledik.

Odaya girdiğimizde ıslanmış hırkalarımızı çıkarıp kenara koydu. Sonrasında çekmeceden bir havlu çıkarıp saçlarımı kurulamaya koyuldu.

"Aklından ne geçiyordu?"

Suçlu bir ifadeyle başımı eğdim.

"Sadece biraz hava almak istemiştim."

"Bunu camını açarak da yapabilirdin Melanie."

Bana sinirlenmişti. Sesinin tınısından anlayabiliyordum. Konu benim sağlığım olduğunda kendini kontrol etmeyi reddediyordu.

Havluyu kenara bıraktı ve yatağının üzerinde ki katlanmış küçük yorganı alıp bana sardı. Bu iyi gelmişti. Çünkü çok fazla üşümüştüm.

Yorganın yakalarını tutup birbirine yaklaştırdım. Kısa bir süre önce tekrar ağlamaya başlamıştım. Yüzümü yana çevirdim. Erik'in ağlayışımı olabildiğince az görmesini istiyordum. Elimin tersiyle ıslanmış yanağımı sildim.

Bir iç çekip bana sıkıca sarılarak kucağına aldı.

"Neler olduğunu anlatmak ister misin?"

"Neler olduğunu anlatmak ister misin?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
I Need You | sebastian stanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin