Pankek yaparken unu elemek tamamen yeni bir deneyim. Evlenmek ve içinde bir şeylerin kıpraşıp durması kadar yeni. Kyungsoo da bunu yapmak konusunda bir bilgiye sahip değil ancak kekte unu elemenin işe yaradığına olan samimi duygularından mütevellit pankek yaparken de unu eliyoruz.Minseok ile oturup onu izliyoruz, birlikte ilk kahvaltımız olduğu için sadece beklememizi söyledi, Minseok'un elindeki bisküvi paketini alırken.
Sonunda kahvaltıya oturduğumuzda pankekten ilk aldığım lokmada anlıyorum ki Kyungsoo bu işi biliyor. Aynı lezzetten bayılma reaksiyonu Minseok'tan da gelince Kyungsoo'nun yüzündeki gülümseme büyüyor ve o da kahvaltısına başlıyor. Bizden farklı bir şey yapmadı aslında, aynı malzemeleri koydu, belki ölçüsü biraz fark eder ama nedense tadı bugüne kadar yediklerimden hiçbirine benzemiyor.
Kahvaltımızda Minseok için ılık süt, bize yeşil çay var. Kyungsoo çayı için şeker soruyor ona şeker getirmek için kalkacağım sırada Minseok beni durduruyor.
"Ben halledebilirim." diyor elini kaldırarak. Sonra bardağın kenarına parmağını koyuyor, "İşte oldu." diyor. "Kendimden biraz şeker kattım." Sonra ağzındakileri çiğnerken ettiği lezzetli oldukları için çok mutluyum dansını yapıyor.
Kyungsoo ona neşeli bir kahkaha veriyor ve çayından içtiğinde bu çayın hayatında içtiği en lezzetli çay olduğunu söylüyor. Ve şekersiz de olsa çayını bitiriyor, yüzündeki gülümseme ile.
Uzun uzun oturuyoruz kahvaltı masasında ve Minseok Kyungsoo'ya bilmesi gereken önemli şeyleri anlatıyor. Ama bunlar onun açısından önemli olan şeyler tabii ki.
Örneğin iki kaktüsü olduğu, hiç çiçek açmayan bir çiçeği olduğunu söylüyor. "O çiçek açmasa da ondan vazgeçemem." diyor iri gözlerini kocaman kocaman açarak. "Ya tam pes ettiğim anda açarsa, hayal kırıklığına uğrar." diyor.
İçimden onun bir çiçek değil sadece yapraklı bir bitki olduğunu tekrar ediyorum, Minseok ile bu konuyu defalarca konuştuk ama kararını asla değiştirmiyor, o bitkinin bir çiçek olduğuna dair inancı tam.
Sonra sınıftaki çocukları anlatıyor, çocukların annelerini, büyükanneleri, marketleri, ki onun hayatındaki altı senenin sonunda buraya taşınınca dünyada bu kadar çok insan olduğu için çok şaşırmıştı, ona bu insanların dünya nüfusuna göre pek de çok olmadığını söylediğimde birkaç gün ağzı açık kalmıştı by söylediğime, "hepimiz," demişti kollarını ardına kadar açarak, "Nasıl sığıyoruz dünyaya?", ah market diyordum, insanların şokunu atlatıp da markete gittiğimizde yemek isteyebileceğimiz her şeyin nasıl olup da bir yere sığabildiğini anlayamamıştı, "sığmasını geçtim," demişti, "nasıl her şeyi bulup da getirmişler buraya, ne iyi insanlar bunlar."
Gerçekten muhteşem bir oğlum var. Bunları Kyungsoo'ya da anlatıyorum, Minseok onu rezil ettiğim için bana kızıyor ama aldırmıyorum, "her şeyi bilmeye hakkı var Kyungsoo'nun." diyorum ona, kuzey kutbunda değil de küçük bir köyde yaşadığımız için diyorum ama nedenine. "Noel Company'ye yakın bir yerde görevliydim, fabrikalarla ilgileniyordum. Sonra buraya atandım işte." diyorum yalan söylediğim için kıvranırken.
Minseok elini ağzına koyarak gülüyor bu yalanıma, akıllı bir çocuk, dün gece sırrımızı saklamak konusundaki anlaşmaya tamamen sadık. Canım yavrum.
Kyungsoo bize işinden bahsediyor, ufak fırınından. Aslında ürünlerini kendi pişiren bir kafeymiş, çok büyük değil diyor utanıp yüzünü eğerken. Utanıyor çünkü Minseok ve benim ağzımız açık kalıyor fırın lafını duyunca, çığlık atıyoruz ve yaşadık diye bağırıyor Minseok.
"Demek o yüzden bu kadar güzel bu pankek."
"Büyük bir yer değil." diye devam ediyor. "Butik gibiyiz daha çok. Doğum günleri ve özel birkaç şey için aperatifler ve tatlılar hazırlıyoruz. Dükanımızda da birkaç masamız var." İşinden bahsederken öyle mütevazi ve mutlu ki, hayalindeki şeyi yaptığını anlıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
What I Want for Christmas "kaisoo
Fanfic"Bindiğin alametin seni nereye götüreceği değil o alamete binip binemediğin önemli. Bir kere bunu seçmeye güç yetirebildiysen yeniden ve yeniden bambaşka alametlere binebilirsin. Önemli olan o yumurtayı kırma cesaretini, yüzsüzlüğünü, merhametsizliğ...