Aslında

3.2K 117 30
                                    

Eda karakteri=Eda Ece

Bölüm şarkısı: Cem Özkan-Seni Kırmayı Hiç İstemedim

Selim'in göğsüne yasladığım alnımı, yan çevirerek yüzümün sol tarafını Selim'in göğsüyle birleştirdim. Ellerimi yavaşça beline yerleştirirken konuşmaya başladım.

 "Mesela sen sürekli bahçede futbol oynardın." Gülümseyerek devam ettim. "Ben de seni mutfak penceresinden izlerdim." Gözlerimi kapatıp kaşlarımı çattım. "Bir tane kız vardı. Adı neydi o kezbanın?! Sürekli seni sorardı herkese. Leo nerede, Leo ne yaptı, Alper Tunga öldü mü, Issız Acun kaldı mı?"

 Kısa bir süredir sessizliğini koruyan Selim kafası karışmış bir ses tonuyla lafımı kesti.

"Leo mu?" Kapalı vaziyette duran gözlerimi yavaşça açtıktan sonra kafamı kaldırarak Selim'in yüzüne baktım. Gözlerimi bir kaç kez kırptıktan sonra "Leo nerede be? Sen Leo değilsin!" diye cırlayarak geri çekildim.

 Selim tek kaşını kaldırarak, boş bakışlarını üzerime sabitledi. "Leo kim?"

 "Çocukluk arkadaşım işte, böyle Fransa'nın David Beckham'ıydı. Futbol oynardı hep- ay aman anlattım ya be! Seni Leo sandım ben." Atarlı surat ifademi yumuşatarak yüzüme şapşal bir gülümsemenin yayılmasına izin verdim. "Nerede acaba şimdi? Böyle sarı sarı saçları vardı!"

  Dişlerinin arasından "Aman ne hoş..." diyen Selim'e her ne kadar gülmek istesem de dudaklarımı büzüp "Efendim?" dedim. Selim boğazını temizledikten sonra yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirip, bir kaç adımda yanıma gelerek düşmemem için elini belime yerleştirdikten sonra arabaya doğru yürümeye başladı.

 Selim tarafından arabaya doğru çekiştirilirken kırdığım pot için dilimi ısırıyordum. Tabii Şebnem Gürsoy’un üst düzey zekası bu potu hemen toparlamıştı, ha-ha!

--

 Ertesi sabah, yılın o en önemli, en özel günüydü! Ne bir alarma, ne de bir seslenişe ihtiyaç duymadan; saat 8’i gösterir göstermez geniş yatağımda gözlerimi açıp uyku bandımı yukarı kaldırdım. Yorganı üstümden atmak için bir hamle yapacaktım ki, odamın kapısı aniden açıldı ve içeri ellerindeki küçük pasta ve üzerinde yanan mum ile birlikte Kainat ve Almilla girdi.

 “Yaa kızlar!” dedim gülümseyerek. İkisi de aynı anda “İyi ki doğduun!” diye bağırarak bir kaç adımda yanıma gelip, yatağa oturdular. Almilla neşeli bir ses tonu ile pastayı bana doğru uzatarak “Hadi üfle! Dileğini en içten istemeyi unutma, evren sinyalini almalı!” dedi. Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak, Şebnem Gürsoy’un doğum gününe layık olabilecek bir dilek düşündüm. Bir kaç saniyelik sessizliğin ardından gözlerimi heyecanla büyülttüm.

 “Allık!” diyerek Kainat ve Almilla’ya baktığımda, tatmin olmamış bir şekilde bana bakan yüzleriyle karşılaştım. Omuzlarımı umursamazca yukarı kaldırıp pastanın üzerindeki muma doğru hafifçe eğildikten sonra, gözlerimi kapattım. “Şimdi evren kardeş, malum tüm maddiyatımızın dibini sıyırdığımız günlerdeyiz; şu biten pembe allığımı gerçekten ve çok içten hatta en içten, içtenliğin everestinden, çok kötü, Allah kahretsiiin ne biçim fena, fecili istiyorum!” Hızlıca muma üfledikten sonra gülümseyerek Almilla ve Kainat’a baktım. İkisi de gözlerini devirdikten sonra gülerek bana sarıldılar.

 Kainat “Yıllardır alışık olduğun o meşhur doğum günü partilerine bu sene veda etmek zorundasın maalesef.” diyip, bakışlarını Almilla’ya çevirdi. Almilla da başını onaylarcasına salladı. “Artık bununla idare edeceksin. Son paramızı da buna harcadık çünkü.” dedi gözleri ile yatağın üzerinde duran küçük pastayı göstererek. Her ne kadar doğum günümü gelenekselleşmiş bir efsanelikte kutlayamayacak olmanın üzüntüsünü yaşıyor olsam da kızların moralini bozmamak adına yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.

Bir İstanbul MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin