Neyi gözünde büyütürsen o senin felaketin olur. Hayat her zaman böyledir. Bir yerde insanların ruhlarının dünyaya daha önceden gelip yaşadığını duymuştum. Belki de ruh biliyordu. Ne yaşayacağını önceden biliyor ama bedenin sahibine söyleyemiyordu. Öyleki saklamaya çalıştığı her talihsiz olay onun acıyla kıvrılmasına neden olup, bir annenin rahminden çıkan bebeğin son çırpınışları kadar acı veriyordu. Ve böylece ruhumuzun sustukları bedenimizde korkuya dönüşüyordu. Belki de bu yüzden başımıza gelen şeyler, yaşamadan önce sebepsiz korku beslediğimiz düşüncelerdi. Ve siz o korkuya ne kadar odaklanırsanız çemberi daraltıyor, bir zincir gibi boğazınıza doluyordunuz. Şu anda yaptığım da tam olarak buydu. Ailemi kaybetmekten korkuyordum, tek kalmaktan korkuyordum, bir gün beni büyüten anılara sırtımı dönüp gitmekten çok korkuyordum. Neredeyse hepsi başıma gelmiş çember, halkasını boynuma geçirmişti. Ama şimdi bir el bana yardım ediyordu. Ben ise ne için olduğunu bile bilmiyordum. Beni kendi korkularımdan kurtarmak için miydi yoksa kendi korkularıyla benimle yüzleşmek için miydi? Hiçbir fikrim yoktu.
Salonun ışığını açtığımda gözlerimi, karanlığına alışmış olduğundan hafifçe kıstım. Elimle içeriyi gösterdim. O içeriye doğru adım atarken gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmıyordu. Sanki bakışlarını çekse zorla topladığı cesaretim tekrar yerle bir olacakmış gibi davranıyordu. Haksız sayılmazdı.
Histerik olarak adımlarını takip ettim. Ne yalan söyleyeyim kendi evimde misafir gibi duruyordum. Annem gitmeden önce her yere güzel kokusunu bırakmıştı sanki. Gözlerimi kapatarak kokuyu içime çektim.
Üzerimde bir çift gözün baskısı altında ezildiğimi hissettiğim için kendimi konuşmaya zorladım.
''Burada,'' derken sesim titremişti, ağzımı açtığım an zihnimde saklanan anılar gözümün önüne üşüşerek gülümsemeye başladı ama devam etmeliydim, deneyecektim. ''Karşılıklı oturup çay...'' gözlerimde yaşlar birikmişti. Bedir şimdi bana daha dikkatli bakıyordu. Devamını dinlemek ister gibi kafasını eğdi. Kelimelerimi aradım ama hepsi birlik olmuş benden kaçıyordu. Her şey o kadar tazeydi ki. Evin kokusu hatta sıcaklığı bile buradaydı. Acaba bunların hiçbiri yaşanmamış ve aklım bana bir oyun oynuyor olabilir miydi diye düşündüm gözlerimi kapatıp nefes alırken. Ama açmamla birlikte gerçeğin, tüm yakıcı çıplaklığını yüzüme tokat gibi savurması bir olmuştu. Bana bunu neden yapıyordu? İçimdeki biriken öfkeyi daha fazla bastıramadım. ''Bu saçmalık, tamam mı?'' dediğimde sesim ağladığım içi boğuk çıkmıştı. Sanki ondan beni kurtarması için yardım dileniyordum. '' Bu hiçbir işe yaramaz. Acı çektiğimi görmüyor musun?'' üzerine yürüdüm. Ellerimle iri göğsüne vurdum ama canı acısın diye değil de önümden çekilmesi içindi. Ama o yerinden bile kımıldamadı. Onun beni ürkütmemek için takındığı yumuşak yüzü nedeniyle mi bilmem içimde biriken öfkeyi daha da şiddetli resmettim o an. Ellerimi saçlarıma götürerek kafa derimi yolmaya başladım.
'' Ailem öldü benim!''
İşte şimdi içimdeki tüm yaşlar sıralama gütmeden düşmeye başlamıştı.
''Oyun mu istiyorsun? Al!'' kanepenin üzerindeki yastığı hışımla çektim. ''Burası babamın köşesiydi, bu kırlenti her zaman kolunun altına koyardı.'' Odanın içerisinde ilerlemeye başladım ortadaki sehpanın bulunduğu yerde durdum. Ellerimi savurarak hemen bitişiğindeki kanepeyi işaret ettim. ''Annem sürekli elinde atıştırmalıklarla gelir sehpaya koyar biz konuşurken o yiyeceği şeyi tane tane alır, sürekli uzanıp dururdu.'' Güldüm. Neşeden çok uzak bir gülüştü bu. '' Ah, anne kaseyi neden elinde tutmazdın ki?''
Tekrar Bedir' e doğru yürüdüm. Göz göze gelmemeye çalışarak bağırıp çağırıyordum. Tam televizyona yönelmiştim ki güçlü bir çift el kollarımı sıkıca tutarak beni sarstığında gözlerimi kırpıştırarak şaşkınlıkla baktım. Sabrı mı taşmıştı? Ya da bana gösterdiği tavrı zaten sahte miydi? Kafamda sorular çarkıfelek gibi dönüp dururken canımın yandığını hissettim. Sanki hissettiğim acı benim değil de onun içindeki zehrin tenimde bıraktığı yakıcı histi. Gözleri neredeyse kömür karasına dönmüştü. Bir adım geriledim, artık ağlamıyordum. Tanımadığım bir adama evimi açmıştım. Ne yalan söyleyeyim bu fikir içimi daha yeni ürpertmeye başlamıştı.
''Sadece senin ailen ölmedi,'' diye tısladı. Ses tonu bile içimdeki dürtüleri koşup kaçması için ikna etmişti. Beni bir kez daha sarstı '' Ne yaptın, ha? Ailen öldü diye ne yaptın?'' elleri gevşeyerek kolumdan aşağı ellerime kaydı ''Daha yaşadığınız eve bile girmiyorsun ya. Onlardan kaçamazsın Nazlı,'' dedi soluyarak. Nefes alışverişleri daha yavaşlamıştı. '' Onlardan kaçma.'' Bir eli kalbimin olduğu yere gelerek durdu. Eli tenime dokunmakla dokunmamak arasında kalmıştı. Yine de elinin sıcaklığı tenime değiyordu. '' Hepsi burada.'' Eli şimdi alnıma doğru çıkmıştı, İşaret parmağını kafama doğrulttu. ''Burada.'' Gözleri bir şeyler arar gibi yüzümde dolanıp durdu. Az önce sinirle yere fırlattığım yastığı kıvrak bir hareketle aldı. Bana gösterip koltuğa koyarken '' Sen öyle görmek istersen her yastık babanın gölgesini taşır.'' Küçük bir çocukla konuşuyor gibi kelimelerini seçiyordu. ''Bunun nesi kötü?'' yüzüme bir cevap ister gibi baksa da gözlerimi kaçırmaktan başka bir şey yapmadım. Haklıydı söylediği tüm konularda baştan sona kadar haklıydı.
'' Ben...'' dedim derin bir nefes alarak.
Ama o beni duymazdan gelerek devam etti '' Hatırlamak istemediğin şey,'' söyleyip söylememek için birkaç saniye düşünse de devam etti. ''Öldükleri mi?'' söyledikleri karşısında dona kalmıştım. Kendime haftalardır nedenini sorduğum durumun cevabını önüme sermişti resmen. Olduğum yerde dizlerim titrediğini fark ettim. Afallayarak koltuktan destek aldım ki Bedir bir kolumu tutarak beni kanepeye oturttu. ''Özür dilerim,'' dedi ne yaptığını yeni fark etmiş gibi şaşırarak. '' Senin gibi bir kızla nasıl konuşulur bilmiyorum,'' diye itiraf etti.
Benim gibi. Dünyaya toz bulutlarından bakan henüz hayatın içine karışmamış, evindeki pencereden; okuduğu romanlardan kendi hayatını tahmin eden küçük bir kız çocuğu.
Bir an içimde bir yerlerde keşke bu kadar korumacı büyümeseydim diye düşünmeme sebep olmuştu bu söz.
''Hayır,'' dedim yerdeki halıya odaklanarak. '' Kendime veremediğim cevabı söyledin az önce.''
O ayakta olduğu için eğilerek benimle aynı hizaya geldi. Ellerini dizimde birleştirdi. Ona bakmamı ister gibi kafasını eğmişti. Bakışlarımı yerden alıp ona çevirdiğimde gerçekten ne yapacağını bilmeyen bir adamla karşılaştım. Daha önce nasıl kızlarla muhatap olmuştu acaba. Nedense keskin gözleri böyle söyleyince hiç de masum gelmemişti.
Aramızda uzunca bir süre hakim olan sessizliği bu defa ilk boza o oldu. '' Senin onların öldüğünü unutmaya benimse hatırlamaya ihtiyacım var,'' dedi gözlerine nefretin koyu tabakası bürünürken. Ona ne dediğini anlamadığımı belli eden bir şekilde baktım. O ise artık bana bakmıyordu. Kafasının içinde kurduğu dünyaya değmiş gibiydi ifadesi. Sessizce bir şeyler söylemesini bekledim.
'' Neler olduğunu öğrendiğimizde sen onları gönül rahatlığıyla içinde yaşatabileceksin,'' dedi yüzünde tek bir kas bile oynamadan '' ben ise oyuna dahil olacağım!''
Sözlerindeki her harf, altında sessizce yatan tehlikeyi besliyor gibiydi.
Ağır ağır yüzünü çevirerek benim yüzümde durdu. '' Hazır mısın?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHNAZ
ActionPatlama planın sadece bir parcası mıydı? Ayın ihtişamı yani MAHNAZ bu yolu aydinlatacak tek orta yoldu.