yedi//ağlamak

375 53 27
                                    


medya,, sleeping at last//as long as you love me

    Ayaklarımın yere değmiyor olduğunu, hayal meyal hatırlıyorum. Sağ kolumun saat sarkacı gibi cansızca savrulması da hatırladıklarımın arasında. Göğsümün üzerinde yumuşak bir çıkıntı var ve sol kolum o çıkıntının kayıp gitmesini engellemek için ona sıkıca sarılmış. Başımın düşüp durduğu yer sert ama sıcak. Korkuyorum ama oldukça cesurum da. Beni kanatları arasında taşıyan o heybetli kartalın varlığını biraz daha hissediyorum. Gökyüzüne uçuyor olmalıyız ki yüzüme vuran bu rüzgârı açıklayayım. Göğsümdeki çıkıntının kaderi bana bağlı. Benim kaderim o kartala. En nihayetinde ikimiz de kartala bağlıyız. Ne kadar süre uçtuk ya da ulaşmaya çalıştığımız yere vardık mı bilmiyorum. Sadece bu tatlı hissin beni ele geçirmesine izin vermiştim.

Gözlerimi açtığımda bu garip rüyanın etkisi hâlâ devam ediyordu. Battaniyenin açıkta bıraktığı çıplak omuzlarımda dehşetli bir ağrı vardı ve omurgama yayılan soğukluk titrememe neden olmuştu. Sağ elimi yatağın dışına atıp komedinin üzerinde duran suyuma uzanmaya çalıştım. Her gece, uyumadan komedinin üzerine bir bardak su bırakırdım çünkü gecenin en derin anında uyanıp su içme ihtiyacı ile kavrulurdum.

Gerçeklik yavaş yavaş beynime süzüldüğünde, ilk algıladığım şey kendi evimde olmadığımdı. Uyuduğum yatağın eskimiş yayları sırtıma batarken yarı çıplak olduğumu da fark etmiştim. En son Namjoon'u bulmak için İtaewon'a gidiyordum. Sonra yıkılan bir bina maziden önüme düştü. Ölen ve ölecek olan insanlar... Bebeğin kokusu... Albay!

Tüm hatıralar geri geldiğinde, yattığım yerden hızla doğruldum, beraberinde korkunç bir baş dönmesi ile sarmalanmıştım. Yine de bunu önemsemeyip battaniyeyi üzerimden atmıştım çünkü bebeği bulmam gerekiyordu. Sonra ise Albay'ı.

"Uyanmışsınız. İyi misiniz?"

Benim onları bulmama gerek kalmadan onlar bana gelmişlerdi.

Savaş ortamından çok farklıydı. Albay, dikkatlice tuttuğu bebeği sallıyor ve sanki bir şey olmamış gibi gülümsüyordu. Savaştan kalma izleri yok etmişti. Hâlâ üniforma giyiyor olmasına karşın, kıyafetlerini değiştirdiğine bahse girerdim.

"Bebek, çok huysuzlandı. Sizin ise ağrılarınız vardı ve uyumanız gerekiyordu, bu yüzden bebekle ufak bir gezinti yaptık."

Yanıma yaklaşıp yatağın ucuna oturdu. Bakışları, henüz konuşmayan benden bir an ayrılmaksızın temkinliydi. Büyük ihtimalle beni daha fazla korkutmak istemiyordu. Bir çeşit travma yaşadığımı düşünüyordu.

Evet, gördüğüm şeyleri kolayca atlatamayacaktım ama şu an ki suskunluğum daha çok, içinde bulunduğum durumdan kaynaklıydı. Yaralı bir yazar, albay ve kimsesiz bir bebek aynı karedeydi. Düşündüm de biri bana bunun olacağını söylese gülmezdim belki ama kale de almazdım. Neden bir askerle yolum kesişecekti ki? Hem de üst düzey bir askerle? Ve ben, bebekleri sevsem de onların yanına yaklaşmazdım.

Ama sonu. Buradayız işte.

"Onun bir ismi var mı?"

Bana tekrar soru yönelttiğinde, başımı iki yana sallamıştım. "Bilmiyorum."dedim, konuşmadığım için pürüzlü çıkan sesimle. Boğazımı temizleyip devam ettim. "Onu İtaewon'da gördüm. Siz, bizi kurtarmadan beş dakika önce."

Şaşkın bakışları yerini her şeyi anladığını belli eden bir sakinliğe bıraktığında, henüz yaşına girdiğini düşünmediğim bebeğe daha şefkatle bakmıştı.

"Şimdiden sekiz oldu. Sizi ailenizden ayıran bu canavarı daha fazla engelleyemediğim için özür dilerim."

Bakışlarını bebeğin masum yüzünden ayırmayan Albay'ın yüzüne baktım, öylece. Beni, ona neyin çektiğini anlamaya çalıştım. Tanıdık simasının da ötesindeydi, ona doğru çekilmem. Şimdi bile sağ elimin parmak uçları titrekçe onun elmacık kemiğine dokunurken bunu, onun bana tanıdık geliyor oluşuna yoramazdım. Daha fazlası vardı.

Duende // TaeKook  ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin