4

9 4 0
                                    

İzmir'de yağmurda başkadır, sıcakta..

Bambaşka..

Yeri gelir, aşkın sıcaklığında kavrulan çiftler gibi olur sıcaklığı..

Yeri gelir, sevgilisi tarafından reddedilen genç kızın gözyaşları olur yağmuru..
Camlara vuran yağmur damlalarına dalıp gitmişti. Gülümsedi ve: "Bak ne güzel yağıyor, değil mi?"

Yanındaki o minik bedenden incecik sesle, cevap geldi: "Evet. Ne kadar sessiz ve yavaş yağıyor, değil mi baba?"

Altın rengi saçlarını öpüp kokladıktan sonra, camdaki yağmur değmiş damlaları göstererek: "Evet. Eğer çat çat diye ses çıkararak yağsa, bu güzelliği ve bu sessizliği nasıl fark ederdik değil mi kızım? Kızının yüzü asıldığını farketti ve, N'oldu? Neden düştü yüzün meleğim? Bir kez daha gülerek, Yoksa annen mi kızar diye düşünüyorsun? Korkma meleğim korkma, ben konuşurum annenle, tamam mı meleğim?"

Altın rengi saçlarını oynayarak, babasına: "Annem kızmadı Baba, ama.."
Meraklı gözlerle cevap bekleyen babası da: "Ama.. ama ne ama?"

Dudaklarını büzerek, boynunu büken altın saçlı o kız, bir soru daha sordu: "Annem, sürekli bana ne zaman geliyormuş baban diyor? Baba, biz ayrı mı yaşıyoruz? Babası bir kez daha gülerek, Olur mu öyle şey bebeğim? Bak, ben buradayım kızım canlı kanlı.. Gezmeye gidelim demiştin ya bana, ben de bura.. cümlesini tamamlayacağı sırada, babası hiç beklemediği bir şey yaşıyordu.

Az önce konuştuğu altın saçlı, al yanaklı o kızı yavaş yavaş kaybolmaya, ondan uzaklaşmaya başlamıştı. Babası olabildiğine bağırarak ve elini uzatarak tek isim söylüyordu:

BERNA! BERNA! KIZIM! BERNAA! KIZIIIM! GİTME KIZIIIM! BIRAKMA BABACIĞI! BIRAKMA! BIRAKMA KIZIIIIM! BIRAKMA BENİ BURALARDA KIZIIM BERNAAAA!"

Gözünü açtığında, yanında gözlüklü, hafif gülümser yüzlü ve renkli önlüğü olan bir kadın duruyordu: "Bu defa ucuz atlattınız. Önce ölüp, sonra dirildiniz Amir'im!.. Lütfen yapmayın bunu kendinize.."

Başkomiser Emir, sakinleştiricinin verdiği sersemlikle: "Zaten bu yaşadığım hayat, hiçbir zaman benim Hayat'ım gibi olmadı, olmayacak da.."

Hemşire ne olduğunu anlamamış, kekeleyerek: "Aaaz sonra doktor bey gelecek. Onunla görüşebilirsiniz. Birkaç renkli hapı masaya koyan hemşire, Lütfen bunları da atın"

Emir, hemşirenin söylediklerini başını sallayarak geçiştirdi ve alt çekmeceye uzanarak, sessizce: "Geliyorum kızım dediği an, doktor ve beraberinde 4 kişi Emir'in üzerine çullanarak, elindeki jileti almaları bir olmuştu. Deli gömleği giydirilmiş Emir, BIRAK LAAAAĞN, BIRAAAK!! BIRAAAK! BU HAYAT SİZİN OLSUN! BEN, BEN HAYAT'IMA KAVUŞMAK İSTİYORUM! BIRAKIIN!" çığlıklarına sağır kalarak tekrar yatağa yatırılmış ve ardından yapılan sakinleştiriciyle, çığlıklarının yerini sessizlik almıştı. Dili hâlâ, usul usul o iki kelimeyi heceliyordu: "Olmadı yine.. Olmadı be Kızım, Hayat!"

Sabah başlayan yağmur, nazlı nazlı gökten inen o damlalar, sadece Emir Başkomiser'in odasının camını dövmüyordu..

İşte oradaydı. Önce, Kordonboyu'nda ipe dizilmiş inciler gibi yanyana sıralı cafe ve publara, sonra geriye dönerek Adalar Denizi'ne baktı. Birkaç adım attı, durdu. Ahşap pergola tente tasarımlı kafeye adımı attılar.

Az sonra kapıya en yakın yere oturarak, karşısındaki gülümseyen mavi gözlü, genç ve bakımlı kadına: "Kordon güzeldir ama sen.. Sen daha da güzelsin! elinde adisyonla gelen baristaya, canlı müzik yok mu?"

Genç adam, ince ve nazik sesiyle: "Hoşgeldiniz, canlı müzik gece 23.00'den sonra oluyor Komutanım"

Baristanın verdiği cevaba karşılık dudak bükerek, tekrar karşısında gülümseyen kadına: "Peki, ne yapalım. Biz de akşam geliriz o zaman, değil mi?"
Yavaşça masadan kalkan esrarengiz Komutan, sessizce koluna giren kadınla birlikte çıktıktan sonra ileride gözden kaybolmuşlardı. Barista Cenk ise, az önce giden Komutan ve eşinin ardından şaşkın şaşkın bakakalmıştı.

Az sonra çelik kapıyı açmasıyla koridorda bekleyen kedi, Komutan'ın ayaklarına dolanması bir olmuştu. Az önce cafedeki neşesinden birşey kaybetmemiş, merhametli bakışla: "Gel bakayım buraya Fıstık, nereye kayboluyorsun hemen, seni gidi yaramaz seni?"

Kapıyı örttükten sonra tekrar eşi seslendi: "Şevki, kahve yapıyorum içer misin?"
Şevki Komutan, büyük bir tablo önünde durmuş ve donuk sesle: "Evet, içerim canım.. eşinin duymamasını ister kısık bir ses tonuyla, hey gidi Şevki Yüzbaşı, hey.. Ne ara böyle evde kös kös oturur hâle geldin sen?"

Omzundaki sıcaklığı hisseden Şevki Yüzbaşı, başını hafif sağa çevirdiğinde eşinin gülümser ve meraklı bir bakışla sorusunu dinliyordu: "Gene neye söyleniyordun sen? Şevki Yüzbaşı derinden bir iç çekerek, bu fotoğraf ne zamandan biliyor musun? 2008 yılı, Gabar Dağ'ından... Bak, şu uzun boylu olan Mehmet Teğmen, hemen yanında göğsüne ay-yıldızlı kurukafa peç iliştirmiş, suratsız olan Kürşat Astsubay ve ortadaki de ben... Önümüzdeki o 30 kişi ise uzman çavuşlar ve korucular.. Çoğu kez şafak baskını yapmıştım "Yıldırım Timi" ile.. Aaah ah, ne ara Yüzbaşı ve neden emekli oldum, hâlâ anlamıyorum ki.."

Omzuna kedi misali sessizce başını yaslamış eşine baktı ve yanağına bir buse kondurdu. Sonra: "Oraya, Gabar'a, gitmeden 14 yıl öncesinde bana en büyük, en güzel hediyeni verecektin: Senden en büyük bir parça, Sinem'i... Benim güzel kızım, babasını şaşırtmadı ve Kriminal şube Komiseri oldu..."

Yanağında hafif bir ıslaklık hisseden Şevki Yüzbaşı, bir kez daha gülümsemişti. Çünkü, eşinin ona kondurduğu buse herşeyi anlatıyordu. Derken çalan kapı ile irkilen ikili, toparlanmalarına sebep oluyordu.

Kapıyı açan Şevki Yüzbaşı, şaşkın ve korku dolu gözlerle karşısında duran doktor, hemşire ve sivil polise bakıyordu: "Buyrun, kime baktınız oğlum? Sivil polis, önce yutkundu ve kimliğini göstererek, İzmir Cinayet Büro Komiser Yunus Aşar.. Şevki Güçlü Bey.."

Şaşkınlık ve korku dolu gözler artık yerini endişe ve hüzne bırakan Şevki Komutan, merakla: "Evet, ta kendisi!.."

Yunus Komiser, gözlerini yere eğdi ve: "Kızınız Sinem Güçlü.. dediği o an, Şevki Komutan'ın evinde koptu kızılca kıyamet: "ALLAH'IM BU NASIL KADER?! BENİM YERİME NEDEN KIZIM?! O KADAR İNSAN VARKEN, O KADAR KÖTÜ VARKEN NEDEN BENİM KIZIM??"

ÖLÜLER İÇİN (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin