chapter one

413 38 10
                                    

"Hadi Yeosang kalk artık ve konseye gel. Senin yüzünden yine ceza almak istemiyorum!"

Odanın içinde bağırarak konuşan Wooyoung'u duymamazdan gelmek imkansızdı. Hayır zaten bir melek uyumaz. Ben sadece gözlerimi dinlendiriyorum hâlâ başımda dolanıyor. Gözlerimi açarak onu süzdüğümde bana sinirli bakışlarını sunmuştu. Masanın üstünde duran peçeteyi yattığım yerden ağzına tıkamıştım tek el hareketimle. Eh melek olmayı sevmemin en güzel tarafı Wooyoung'u susturmak için özel güçlere sahip olmamdı.

O saniyesinde ağzındaki peçeteleri atarken ben seslice gülüyordum. Gerçekten yüz hâli fazla komikti.

"Ben gidiyorum ister gel ister gelme."

Bu dediğiyle yataktan fırlayarak peşine düşmüştüm. Bu konsey işini hiç sevmiyordum. Her seferinde melekler bir araya gelerek -benim için sıkıcı- meseleleri tartışırlardı. Ve ne yazık ki her meleğin katılımı zorunluydu. Ben son iki seferdir ektiğimden dolayı artık gitmek zorundaydım. Çünkü birdaha gitmemezlik yaparsam kötü cezalar alabilirdim.

Küçüklüğümden beri şeytanlardan nefret ederdim. Çünkü diğer meleklerden öğrendiğim kadarı ile ailemi öldüren kişi bir şeytandı. Ailem diyebildiğim tek kişi Wooyoung idi bu yüzden.

Sonunda konsey salonuna ulaştığımızda arka sıralardan birine geçerek Wooyoung ile yerimizi almıştık. Burası gerçekten çok kalabalık ve aşırı büyüktü.

Sonunda baş melek geldiğinde tartışma başlamıştı. Sürekli aynı şeyi konuşuyorlardı. Şeytanlara karşı kendimizi nasıl savunabileceğimizi anlatırlardı ve gerçekten çok sıkıcıydı. Anlattıklarının pek işe yarayacağını bile düşünmüyordum. Sadece sahip olduğum güçleri kullanmayı öğreniyordum.

Nihayetinde toplantı bittiğinde derin bir nefes alarak salondan ayrılmıştım. Cennetten ayrılarak yer yüzüne inmeye karar vermiştim çünkü burası gerçekten sıkıcıydı. Lâkin tek sorun inmek için yaşımın tutmamasıydı. Ben henüz 19 yaşındaydım ve lanet olsun ki 20 yaş üstü yeryüzüne inebiliyordu. Ama kaçak yollar sayesinde inebiliyordum son bir kaç zamandır. Oldum olası meleklerin katı kurallarına hiç uymamıştım. Bana hep ters geliyordu.

Cennetin kapısına ulaştığımda Yunho'yu görebilmeyi umuyordum. Genelde kapıdan o sorumluydu. Beni çıkarması büyük suç olsa da hiçbir zaman beni kıramazdı. Etrafıma bakınırken Yunho'nun yanıma geldiğini gördüm. Herhalde anlamıştır çıkmak istediğimi. Aradan çok geçmeden kapı açılmıştı bile. Ona teşekkür ederek kapıdan çıkmış ve kendimi bir ormanda bulmuştum.

Tahminen dünya saatine göre 3 saatim vardı burada kalmak için. Çünkü ne zaman çıksam en fazla o kadar kalmama izin veriyordu Yunho.

Ve Tanrım... Dünya o kadar güzeldi ki bazen insanların burayı hak etmediğini düşünürdüm. Çünkü onun güzelliklerine her zaman zarar veriyorlardı.

Bir süre sevdiğim göl kenarında oturarak etrafı seyredalmıştım. Gözüme kestirdiğim ağaç dalına doğru gittim ve tırmanarak kendimi daldan aşağı doğru ters sarkıttım. Böyle durmak çok hoşuma gidiyordu. Tabii dışardan biri görse korkup kaçardı benden. Kendimi aşağı doğru bırakarak havada süzülmek istiyordum. Kanatlarım sayesinde zaten düşmem imkansızdı. Bunu ne zamandır dikkat çekmemek için yapmıyordum. Gözlerimi kapayarak kendimi ağaçtan aşağı bırakmıştım. Yumuşak hava yüzüme vururken tüm vücudum titremişti. Bu his harikaydı. Lâkin tam uçacak iken kendimi birinin kollarında bulmuştum.

Gözlerimi açarak kim olduğunu kavramaya çalıştım. İlk başta Yunho olduğunu düşünmüştüm ama hayır değildi. İçimi korku sararken bu tanımadığım varlığın kollarından kurtularak ondan uzağa kaçtım.

"Kimsin sen?"

Üstünü düzekterek yere indi. Büyük kanatlarından tahmin ettiğim kadarı ile benden yaş olarak büyüktü. Ama bir melek değildi çünkü cenneteki bütün melekleri tanırdım. O zaman neydi bu varlık?

"Bir meleğim, Tanrı'nın meleği."

Söylediğiyle beraber şaşırarak ona baktım. Bana yaklaşırken durması için elimle durmasını işaret etmiştim.

"Ama seni tanımıyorum ve daha önce de gördüğümü sanmıyorum."

İçim tedirgin olurken başıma dert almamak için dua ediyordum.

"Henüz bedenimi yeni aldım. Ben Seonghwa." Söylediğiyle beraber bana elini uzatmıştı. Elini tutarak sıktım ve elimi geri çektim.

"Memnun oldum Seonghwa, ben de Yeosang. Aslında beni tutmana gerek yoktu az önce. Uçmayı planlıyordum."
Bana gülümseyerek bakıyordu ve korkmadığımı söylesem yalan olurdu.

"Ben de memnun oldum Yeosang ama az önce seni tutmasaydım gölün ötesindeki bir kaç insan uçtuğunu görecek ve başına dert alacaktın."

Fazlasıyla haklıydı. Etrafı kontrol etmeyi unutmuştum. Yakalansaydım belki senelerce cennetten çıkamama cezası alırdım.

"Teşekkür ederim farketmemiştim. Sanırım artık cennete geri dönmem gerek. Benimle gel hadi."

Kafasını sallayarak beni reddetmişti. "Benim işim var. Ama yarın aynı saatte burada buluşabiliriz istersen."

Bi tarafım onunla yeniden buluşmak isterken bi tarafım çekiniyordu. Yine de teklifini kabul ederek buluşmak için anlaşmıştım. Ona el sallayarak veda ederken açılan kapıdan tekrardan cennete girmiştim.

                               ~

                               ~

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Temptation: SeongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin