Hayat meğersem ummadığım bir yok oluşmuş. Hayatımın anlamını bundan yaklaşık dört sene önce ortaokula giderken anladım. Şimdi zamanda bir seyahat yaparak geçmişe gidelim. Bundan tam 4 sene önce her şey çok güzeldi. Ailem; abim ablam babaannem annem babam ve ben güzel geniş bir aile yaşantısıydı. Tam böyle giderken bir yandan okul hayatım üç aşağı beş yukarı gidiyordu. O zamanlarda aşık olduğum bir kız vardı. Kızın adı Alina idi.Alinayı yan komşumuzun torunu olarak birkaç yıldan beri tanıyordum. Bir arkadaşlığımız vardı Alina ile. Her gün okuldan gelirken beraber gider gelirdik. Çünkü Alina'nın babası Kemal dayı Alina'yı, yani gözbebeğini bana emanet etmişti. Ben ise bana emanet edilen kızı çok iyi koruyup kolluyordum.Günlerden bir gün yine ben okul çıkışında Alina'yı bekler iken Alina'nın yanında en yakın arkadaşım dedikleri Nalan ve Zümra vardı. Bu arkadaşları bana ilk tanıdığımdan beri bir tuhaf geliyordu. Açıkçası pek sevmiyordum. Ama bundan Alina'nın haberi yoktu. Olmasını da istemiyordum zaten. Neyse işte öyle Alina'lar bana doğru geliyorlardı.Ben de zaten Alina'yı bekliyordum ama Alina'nın aklından "Ben arkadaşlarımla gideceğim bu kez" diyeceğini nerden bilebilirdim ki? Alina bana seslendi;
-Hey,Burak, ben gidiyorum.babama dersin.
-Alina, ama baban seni bana emanet etti. Ne dicem ben şimdi babana?
-"Kemal dayı, kızın arkadaşlarıyla gitti, bana öyle dedi" dersin.
-Tamam, o zaman git sen ama baban sana kızmazsa iyi.
-Tamam, görüşürüz Burakçım.
-Tamam, Alinacım.
Böyle Alina ile canım cicimli konuşmalarımızın bir ilkti. Ben,Alina gittikten sonra bir tuhaf olmuştum.Ona olan aşkım öyle içten öyle saf ki, ona bir şey olsa sanki kendime zarar verecektim. Neyse işte,ben eve doğru yol aldım. Beş on dakika sonra yürüdükten sonra zaten eve varmıştım. Tam merdivenleri çıkarken Kemal dayı karşıma çıkıvermişti;
-Selamınaleyküm Kemal dayı.
-Aleykümselam, Burakçım. Kızım nerde gelmedi mi seninle birlikte?
-Yok,Kemal dayı. O arkadaşlarıyla gitti. Bana da dedi ki; "Babama söylersin,ben gidiyorum arkadaşlarımla" dedi.
-Vaay, benim kıza bak sen,büyümüşte babasına haber gönderiyor.
-Evet biraz öyle oldu Kemal dayı.
-Burak, evladım seni çok severim biliyorsun demi. Sana kızımı emanet ettim bu yüzden. Sen de gözün gibi bakıyorsun. Ne yapsam ödeyemem hakkını.
-Aman ne demek dayıcım,görevimiz.
-Sağol, evladım. Görüşürüz, o zaman.
-Görüşürüz.
Ben eve geçmiştim. Kemal dayı ile tatlı konuşmamızdan sonra. Bal yanaklı ela gözlüm annecim açmıştı kapıyı. O hep gülen yüzü ile. Annem, benim için çok değerlidir. Aynı şekilde ailemin diğer üyeleri de. Neyse size canım babaannem, benim tontişim, tatlışım,beni büyüten o fedakar kadını tanıtayım. Babaannem yaklaşık Atatürk'ün Samsun'a çıktığı zamanlarda doğmuş bir Cumhuriyet kadındı. Bir yandan da Selanik göçmeniydi. Babaannem bizim sülalenin neredeyse tamamını o yetiştirmişti. Amcamları, babamı, halamları, amcamların çocuklarını, halalarımın çocuklarını, beni ve ablam ve ağabeyimi hep o yetiştirmişti. Babamı kendi nüfusuna geçirmişti. Bir evlat yetiştirmek istemişti. Halbuki bir evlat yetiştirmek ister iken on beş evladın terbiyesini ahlakını, kişiliğini o yetiştirmişti. Hep güzellik, hep iyilik, tertipli olmamızı, ahlaklı olmayı öğütlerdi bize. Bizde hep onun dediği gibi onun gibi olmak isterdik. Ve onun sayesinde bu yaşlara şükürler olsun terbiyeli, tertipli, düzenli,temiz bir şekilde gelmiştik. Kimseye saygısızlık yapmamamızı söylerdi. Baban veya bir büyüğün odadan içeriye girdiğinde mutlaka hareketlerine dikkat etmeni, yatıyor isen kalkıp oturmanı isterdi. Eğer yapmazsak ise şöyle bir gözlerini bize dikerdi. Bizde korkar ve dediklerini yapardık. Babaannem hep iyi olmamızı isterdi. Neyse biz o zamanlar tütün yapardık. Biraz ekili tarlalarımız vardı. Birkaç tanede biçerdöver makinemiz vardı. Bu makinelerin iki tanesi amcamların, bir tanesi de kuzenimindi. Bir tane ufak tefek bir Ferguson traktörümüz, yine ufak bir Ford traktörümüz vardı. Köyümüzde ise rahmetli dedemin yaptırdığı bir apartmanımız vardı. Bu apartmandan önce babamlar eski ev vardı, bu yeni evin tam karşısında. Eski evde çok zamanları geçmiş babamların diğerlerinin, ve ailemin. Yeni ev yapılalı çok olmamış. Yeni ev yapılır yapılmaz beş sene sonra dedem ölmüş. Dedem öldüğünde ise ben üç aylık bebekmişim daha. Dedem öldükten sonra evin büyüğü, yani yöneticisi ikinci büyük amcam olmuş. Amcam hayatında hastaneye gitmeyi sevmeyen, fazla da hasta olmayan bir adamdı. Ama biz küçükken arkadaşım ile ondan korkardık. Bize çok kızardı. Bu arada köyümüzde bizim apartmanımızın yanı başında dedemin kardeşinin evi vardı. Dedemin kardeşine bir lakap takmıştı bizimkiler; Cordon. Neden böyle bir şey diyorlar bilmiyorum ama az tilki adam değildi. Onun oğlu vardı; Mehmet diye. Mehmet biçerdöverciydi. Senede bir biçerdöver değiştirirdi ama değiştirdiği biçerdöverlerin de haşatını çıkarırdı. Neyse Mehmet'in oğlu Ayaz;benden dört yaş küçüktü ama çok iyi anlaşıyorduk. Benim çocukluk arkadaşımdı. Beraber camiye gider, kumla oynar, bisiklet sürer, salıncakta sallanır, haylazlıklar yapardık. Çok haylazdık. Ama çocukluğun neşesi, cahilliği her şeyi yok sayıyordu. Eğlenceli geliyordu her şey. Yine Ayaz ile bir gün bizim tütünlerin kutuya koyulmadan önce, beş veya dört ipten oluşan 'hevenk' adını verdiğimiz şeylerin koyulduğu Mağaza adını verdiğimiz yerde oynuyorduk. Burası baya bir eski bir yerdi. Pencerelerdeki camlar kırık ve keskindi. Biz ise o kırık camların içerisinde oynuyorduk. Biliyorum çok tehlikeli bir şey, ama farkında değildik o zaman hiçbir şeyin. Tabi beş on dakika sonra kollarımızı camlardan karşıya geçirmeye çalışıyorduk. Camların kırık yerlerinden. Ben tam geçirirken, ne olduysa birden sol bileğim o camın kırık yerine gelmişti ve tam da can damarın üstündü bir yeri baya bir kesmişti. Ben çok korkmuştum. Arkadaşım olan Ayaz ise gülüyordu. Komik zannediyordu. Ben ise kızıyordum ona bir yandan da. Ama bir şey anlamıyordu. Ben ağlarken büyükannem(Sema yengem ) beni duymuş ve gelmişti yanıma. Ben ise korkudan ve acıdan dediklerini duymuyordum. O bana bir şey mi oldu diye soruyordu halbuki. Ben ise bilmeden kesilen bileğimi göstermiştim. Büyükannem bileğimi görünce korktu bir an. Sonrasında dedi ki;
-Burak, evladım hemen bileğini sarmamız lazım.
-Büyükanne büyükanne, bileğim çok acıyor.
-Tamam, kuzum geçecek, ağlama.
-Bir şey olmaz demi büyükanne?
-Olmaz yavrum, yalnız izi kalır. Merak etme sen.
Meğersem beni korkutmamak için yalan söylediğini nereden bilebilirdim ki. Ne kadar beni sakinleştirmek için bir sürü yalvarıp yakarsa da ben susamadım. Acım dinmiyordu. En sonunda bir ağrı kesici verdi. Onun yarısını kesipte içtim. Birkaç saat daha ağladım ama sonra acıması geçmişti bileğimin. Akşam olmuştu. Akşam en sevdiğim dizi vardı. Elektrikli battaniyeli, sıcacık olan yatağıma yatmış; filmimi izliyordum. Birkaç saat filmimi izledim. Sonra uykum gelmeye başlayınca televizyonu kapattım. Televizyonu kapattıktan sonra bileğime bir sancı, bir ağrı vurdu. Uyutmadı beni bir süre. Sonrasında ise annem beni; "Geçer yavrum yat sen."diyerek uyuttu. Ve sabah olmuştu. Sabah kahvaltıya inecektim tütün dizdiğimiz yere. İnerken fark etmiştim biraz geçmişti acısı bileğimin. Hatta biraz kaşınıyordu. Kahvaltımızı yaptık yaptıktan sonra Ayaz geldi ve Ayaz ile camiye gittik. Camide öğlene kadar kaldık. Namazları kıldıktan sonra çıktık. Yine bizim maceracı zamanlarımız başlıyordu.Oynamaya başladık Ayaz ile ve akşama kadar sürdü bu böyle. Ama akşam olunca Şehire gidecektik. Ayaz'a dememiştim bunu. Öyle eve girdik. Evde akşam yemeğimizi yedik. Bir saat sonra evden çıkarken Ayaz bizi gördü ve bana;
-Burak nereye gidiyorsun ?
-Şehire, yarın okul var ya.
-Hım. Peki bir daha ne zaman geleceksin?
-Haftaya Cuma akşamı.
-Peki görüşürüz, canım arkadaşım benim.
Arabayı binmiştik ailecek. Şehre doğru gidiyorduk. Zaten şehir köyümüze beş dakika uzaklıktaydı. Muhteşem bir manzarası vardı köyümüzün. Akşam olunca şehrin ışıkları adeta bir İstanbul manzarası gibi büyüleyiciydi. Şehire gelmiştik. Eve doğru çıkarken Alina'ya rastladım.Alina ile merhabalaştık. Sonra eve geçtik. Her şeyi yerli yerine koyduk. Sonra yataklarımıza yattık. Gözlerimi kapatmıştım. Kapattıktan sonra aklıma Alina gelmişti. Onu düşünerek uyumuştum. Ve yine rüyamda onu görmüştüm. Çok güzel bir rüyaydı. Gerçek olmasını istemiştim. Tam rüyanın güzel yerinde ise alarm çalmıştı. Uyanmıştım artık. Üstümü başımı giymiştim. Yemeğimi yedim. Ve kapıyı atım. Açar açmaz Alina'yı gördüm beni bekliyordu. Beraber gidecektik okula. Ayakkabılarımı giydim çıktım evden Alina ile apartmandan çıkmıştık. Okula doğru yol alıyorduk. Bir yandan da sohbet ediyorduk. Alina öyle tatlı öyle güzel konuşuyordu ki, onun o güzel şemaline bakmaktan onun dediklerini duyamadım. Alina ise hiçbir şeyin farkında değildi. Neyse okula varmıştık derse girdik. Ne tesadüf ki Alina ile sınıflarımız ayrıydı. Ama onların öğretmenleri beden eğitimi dersine çıkacağı zaman bizde çıkardık ve de ben en çok buna seviniyordum. Yine bir okul çıkışında Alina ile biz yolda gidiyorduk. Birden arkamızdan Haşim geldi. İlkten bir selam verdi ve bana, gülerek şunları dedi;
-O.. Burakçım işi yürütmüşsün. Bakıyorum da yenge yapmışsın.
Ben biraz kızdım. Hatta bir ara sinirimden küfür edecek duruma geldim. Ama terbiyemi bozmak istemedim. Haşim'in dediği lafların üzerine ben ona şunları dedim;
-Sen, çok yanlaş anladın ya. Biz arkadaşız Haşim. Babası bana emanet etti. Bende sahip çıkıyorum arkadaşım.Senin dediklerin beni bir hayli kırdı Haşim. Çok ayıptı. Bak kızın yanında böyle şeyler deme tamam mı ? Arkadaşım.
-Tamam, anladım ben seni Burakçım.
Sonunda gitmişti baş belası. Bizden beş on metre uzaklaştıktan sonra Yasemin bana dönerek;
-Burak, ne diyor bu gerizekalı?
-Hiç, Alina bir şey demiyor. Saçmalıyor yine. Her zamanki gibi.
-Hmm. O Haşim'e bende gıcık oluyorum zaten. İkide bir arkadaşlarımın yanında; "Burak eniştem ne yapıyor yenge?" diyerek beni küçük düşürüyor.
-Vay alçak, vay. Neyse Alina sen boşver onu. Sen nasılsın, dün baban kızdı mı sana?
-Eh, birazcık. Ama olsun ya, arkadaşlarımla biraz eğlenmiş olduk. Motivasyonumuz yerine geldi. Hem ileride sınavlarımızda başlıyor. Kafam rahat çalışırım artık.
-Aaa, aynen ya. İyi olmuş senin için. Sevindim.
-Tamam.Eee, senin nasıl gidiyor Burak?
-Eh, işte Alina. Yuvarlanıp gidiyorum. Aslında pek de iyi değilim ama olsun.
-Niye? Noldu?
-Hiç. Sadece birisine aşığımda.
-Hadi canım, kime?
-Boşver orasını. Gizli kalsın.
-Tamam. Sen öyle diyorsan.
Ben böyle diyordum ama nereden bilecekti ki kendisi olduğu? Ben elimden geleni yapıyordum onun için. Onun bir şeyi fark etmemesi için. Yani gizliden gizliye platonik yaşıyordum sevgimi. Belki o da seviyordur beni ? Nereden bilebilirim ki?
Ben böyle düşünürken babamın hemen yanımızdan geçiyor gördüm. Öylece sessizce yanımızdan bizi fark etmeden geçip gitmişti. Alina yolda giderken bazı haberler veriyordu. Bazılarının dedikodularını, durumlarını, düşündükleri şeyleri iletiyordu bana. Ben ise onu sanki bir annenin bebeğinin 'anne' demesini dikkatle dinlermiş gibi dinliyordum. Tam on beş dakikadır yürüdükten sonra evimizin bulunduğu sokağa gelmiştik. Beş on metre sonra bizim apartmana girecektik. Ama son anda bir şey oldu. Apartmanımızın karşısındaki değirmendeki ağabey bizi çağırmıştı. Biz ne olduğunu anlamamış bir şekilde dudaklarımızı büzüştürerek değirmene doğru yol aldık. Değirmeni işleten Musa Ağabey;
-Çocuklar az geliverin yanıma bakim.
-Buyur ağabey istediğin nedir?
-Çocuklar şurada iki çuval kepek olacaktı, iki saat önce bırakmıştım. Ama şuan bulamıyorum. Babalarınıza bir sorar mısınız bir şey görmüşler mi ben yokken?
-Tamam ağabey, ama sen yine de dikkatli bak çuvalların yerine veya dükkana .
-Tamam evlat.
Musa ağabey bize çuvalların kaybolduğunu söyledikten sonra bizde şaşırmıştık kim alır, kim ne yapar diye? Sonrasında ise babalarımızın yanına gittik. Babalarımızın oturduğu, çay içtiği, oyun oynadığı kahve Pazar yerinin hemen kıyısındaydı. Yanlarına gittik ve;
-Ba-ba
-Ba-ba
-Efendim yavrum,
-Efendim yavrum,
-Baba biz okuldan evin önüne geldiğimizde bir sorunla karşılaştık. Evimizin önündeki Musa ağabey var ya hani, o dükkanından iki saatliğine kadar ayrılmış. İki saat sonra dükkanına döndüğünde ise tam bir müşteriye kepekli vermek için makinenin yanına koyduğu iki çuval kepeğe doğru yönelmiş ama bir bakmış ki kepek çuvalları yerinde yok. Acaba siz oradan geçtiniz mi hiç?
-Hayır kızım ben geçmedim. Ama belki Tahsin dayın geçmiştir.
-Tahsin dayı sen bir şey gördün mü, veya oradan geçtin mi?
-Kızım bir dakika, hatırlayacağım şimdi. A evet oradan geçtim ama orada dükkanın içinde birisini görmedim. Belki ben yokken girmiştir birisi.
-Belki Tahsin dayı. Tamam teşekkür ederim.
-Rica ederim kızım.
Şimdi babam ile Hurşit dayıya sorduk. Ama Hurşit dayının bir şeyden haberi yoktu, babamın da oradan geçmesi vardı. Ama kimseyi görmemişti. O zaman tek çare kalıyor dükkandaki güvenlik kamerası kayıtlarına bakmak zorundayız. Evet mağlum sırtımızda ağır çantalar vardı. Sırf bu yüzden ilkten eve gidip çantaları bırakıp değirmene geçecektik. Değirmene gittiğimizde ise baya bir iş bekliyordu bizi. Bu yüzden ödevlerimizin olup olmadığına bir bakalım dedik. Baktığımızda ise Not defterimizde sadece şunlar yazılıydı ;
Türkçe ödevi;
Herhangi bir esnaf ile bir olay hakkında röportaj yap.
Bu cümleyi okuduktan sonra çok rahatlamıştım. Çünkü tam da gereken bir olayın içindeydik. Güneş doğunca kaybolan karanlık gibi kaybolan kepek çuvallarının sırrını çözecektik.Her neyse ödevlerimize baktıktan sonra merdivenler aşağı iniyorduk. İnerken birinci katın merdivenlerinde Alina'nın ayağı takıldı ve düşecek gibi oldu. Şanslıydı ki arkasında ben vardım. Tam düşeceği an o filmlerdeki romantik kurtarma sahnelerindeki tutuşu gerçekleştirdim. Alina kucağıma düşmüştü. Evet en sevdiğim kucağımdaydı. Böyle bir fırsat olamazdı. Bense bu fırsatı değerlendirerek Alina'yı kaldırdım ve dedim ki; "Korkma, arkanda ben varım, düşünce ben varım," diyerek sustum. Kız bana başını çevirdi bir an gülümseyerek. Ben bir hoş oldum o anda. Neye uğradığımı şaşırdım diyebilirim. Kız bana bir teşekkür borçluydu. Borcunu ufak bir öpücük ile etmişti. Aniden bir öpücük kondurmuştu bile ben demeden yanağıma. Şu an çok mutluyum. Nasıl tarif edebilirim bilmiyorum ama şu cümle ile açıklanabilir herhalde; "Bir annenin çocuğu ilk doğduğunda kucağına aldığı o mutluluk var ya aynısı" diyebilirim. Bu kadar romantizmden sonra tabi acele ederek apartmanın içinden çıktık. Hemen evin karşısındaki değirmene geçtik. Musa ağabey bizi hemen dükkanın önünde bekliyordu. Yanına gittiğimizde şunları söyledik;
-Ağabey haberler stabil.
-Ne demek yani Burak?
- Ağabey, Alina'nın babasına sorduk ama bir cevap gelmedi. Gelmedi derken yani oradan geçmemiş.Benim babama gelecek olursak o da oradan geçmiş ama bir şey görememiş. Ağabey mecburiyeten senin dükkanın nöbetçi gözleri olan kameralara bakacağız.
-Çocuklar ama kameralar orayı gösterir mi ki?
-Ağabey oraya bakan bir kamera varsa gösterir.
-İşte çocuklar sorun burada zaten oraya bakan bir kamera yok ki.
-Hmm. Ağabey o zaman oraya yakın bir yere bakan bir kamera var mı?
-Dur bakayım. Olması lazım. Camera04 herhalde.
Musa ağabey kameranın numarasını dedikten sonra biz hemen ofise geçtik, bilgisayarı açtık. Son iki saatin kayıtlarına bakmak üzere ayarladık. Bilgisayarın monitörüne sırayla Kameraların bölmelendirilmiş şekli geldi. Aralarından Camera04 yazanın üstüne tıkladık ve izlemeye koyulduk.Üçümüz hep birlikte bilgisayarın ekranına bakıyorduk.. Vaziyetimizin nasıl olduğunu soracak olursanız; Ben döner sandalyede, Alina arkamda olan kanepeyi yanıma çekmiş durmakta, Musa ağabey ise ikimizin arkasında tam ortamızda duruyordu. Ben kayıtları izler iken elimi ayağa kalkmak için sandalyeye bastıracakken Alina elinin orada olduğunu farkettim ve oraya elimi koymaktan vazgeçtim. Ama kalkarken de Alina yüzüme öyle güzel baktım ki anlayacak durumdaydı. Evet baka baka nereye gideceğimi unutmuş ben olarak Alina bana bakmıştı. Tam olarak da ela gözlerime. Bu bizim ilk göz göze gelişimizdi. Çok heyecanlıydım ama sadece ben. Alina ise çok sinirli bir şekilde bana patladı;
-Burak sen ne haddine benim yüzüme adeta bir prensesi öpecekmiş gibi bakıyorsun?
Tabi ben bu anda donakalmıştım. Başka yerlere bakmaya çalışmıştım. Ama olmuyordu. Sanki bir tutsak gibi gözlerim ondan ayrılamıyordu. Bu tabi ki de onu rahatsız ediyordu ama benim umurumda değildi. Ben böyle içimden konuşurken de Alina bana kızmış bir şekilde;
-Burak lütfen bana öyle bakma rahatsız oluyorum, dedi.
-Tamam ama ben sana sadece dalgınlığımdan bakmıştım.Özür dilerim.
-Tamam o zaman bir daha öyle bakma bozuşuruz Burak.İnstagram : @saitcnglc
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İhanetin Sezilişi
Teen FictionBen Burak, Küçüklüğümden beri hep kendimi küçük görürdüm, kendimi hep bir beceriksizin teki görürdüm. İlerleyen zamanlarda yedinci ve sekizinci sınıflarda bir sevgilim olmuştu. Oldu demeyelim de biz ona, platonik aşk yaşadım diyebilirim. Çünkü...