Sözlerin anlatamadıgını gözler anlatır

2K 121 150
                                    

"Sence ölmüş müdür?"

"Hayır, baksana hala ölü bir bedene göre sıcak bir teni var ölmüş olamaz."

"Eminsin.. Değil mi?"

"Eminim."

Bunlar uyandığımda bilincimi topladığımda duyduğum ilk sözlerdi. Gözlerim hala kapalıydı tabii. Kim ölmüş olabilirdi ki? Odada benden başkalarıda vardı hem. Gözlerimi açmayacak kadar yorgun olduğumdan kim olduklarını bilmiyorum. Ama beni koruyacak bireyere getirmişlerdi. Zarar vermezlerdi heralde. Sesleri biryeden çıkarıyorum aslında. Uzun zamandır görüşmediğim birileri. Düşüncelerim kalın sesli birinin öksürüşleri ile son buldu.

"Baba! İyı misin?"

Bu sesler niçin bana çok tanıdık geliyordu ki? Öksürüşten sonra pek ses gelmedi. Birkaç dakika daka uyuma taklidime devam ettim. Sonra kapı kapanma sesi duydum. Sanırım ayrılmışları ama işimi şansa alamazdım. Önce harektsiz durdum. Cidden hiçbir takırtı bile yoktu. Yavaşca sol gözümü açmaya başladım. Oda sessiz sakindi. Samimi bir yapısı vardı. Odada biraz göz gezdirdikten sonra hafifçe kollarımdan ve dirseklerdimden güç alarak oturur pozisyona geçtim.
   Gözüme takılan ilk şey duvarın biraz ilerisindeki  şömine soba oldu. İçinde alevler cayır cayır yanıyordu. Şöminenin etrafı kiremit bloklarla kaplanmıştı ve çok eski bir görüntüsü vardı. Çok çok eski. Kafamı odada gezdirmeye ve üstümdeki yorgana sarılmaya devam ettim. Yorgan çok yumuşaktı. Sanki kaz tüyüymüs gibiydi. Böyle bir yorgan, yastıkla anca hanedanlık döneminde yattığımı hatırlıyorum. Koltukların süngerlerinin ana tonu kırmızı idi ama daha yakından bakınca sarı beyaz ve siyah işlemelerin olduğu ortaya çıkıyordu. Koltukların ayakları ise çok kapalı bir kahve tonuydu. Duvarlar bej rengi ve beyaz işlemelerle kaplıydı.
     Bir duvarın üstünde henüz bitirlimemiş bir tablo vardı. Sadece portre iskeletiyle bile göz alıcı duruyordu. Bir at ve bir adam vardı üstünde. Atın ayaklarını  üçü havada tek biri yere basıyordu. Adam atın seyerini tek eliyle tutuyordu ve direk karşıya bakıyordu. Boş olan eliyle de bir sopa tutiyor gibiydi. Onu bir kılıç olarak göreceğim. Her ne kadar adam daha boyanmamış iskelet olarak dursa da yine dediğim gibi. Çok güzeldi. Arka planda bebek mavisi gökyüzü ve birsürü bulut vardı. Gökyüzü zar zor görünüyordu neredeyse. Aşağıda arkada da bir dağ vardı. Birden çok dağ vardı aslında. Adam çok yüksek biyerde olmuş olacak ki bazı yerlerde beyazlıklar görüyorum. Sanırım onlar. Kar? Evet evet onlar büyük bir ihtimalle kar.
     Ben tabloyu incelerken ani bir sesle irkildim. Kapının gıcırtılı açılış  sesi. O anki korkuyla kendimi yorgana attım.

"Hey korkma. İyı misin?"

Dedi benim hatırladığım ses. Korkuyodum. Bana zarar vermeyeceğini bilsem bile korkuyordum. Ses benden bir yada iki yaş büyük birinden geliyordu diye tahmin ediyorum. Biraz yürüyüp yanıma geldi sesin shibi.

"Çoktnadır görüşüemiyoruz Yıldız?"

Bir dakika. Ben bu sesin sahibini taniyorum. Bu. Eğer yanılmadıysam tabii. Rusya? En sonda kafamı kaldırıp ses sahibine baktım.

"Günaydın"

Dedi güler bir yüzle. Sonra hızlı adımlarla yanıma geldi. Koltuğun yanına oturdu. Birkaç dakikalık sessizlik oldu aramızda. Ne diyeceğimi bilmiyordum ve bu da beni iki katı geriyordu. Sessizliği rusya bozdu. Hafiften gülerek.

"Evet" dedi "Çok oldu. Görüşmeyeli. Özlettin kendini Yıldız."

Dedi ve omzuma atladı. Cidden sıkı sarılıyordu. Kalbide bir o kadar hızlı atıyordu. Bende sarılmasına karşılık verdim. Rusya ile çoktandır görüşemememizin sebepleri fazlaydı aslında.

○.•°Philopofobi°•.○Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin