"Bi tarafım onunla yeniden buluşmak isterken bi tarafım çekiniyordu. Yine de teklifini kabul ederek buluşmak için anlaşmıştım. Ona el sallayarak veda ederken açılan kapıdan tekrardan cennete girmiştim."
~
Tekrardan kendimi bembeyaz ışıkların arasında bulduğumda Yunho'ya teşekkür ederek odama doğru yönelmiştim. İçimde hâlâ bir tedirginlik hakimdi.
Seonghwa'da negatif bir enerji seziyordum.
Bu his, ve bir kaç düşünce beni deli ediyordu. Belki de Seonghwa sadece dediği gibi bedenine yeni kavuşmuş bir melekti. Kafam fazla karışmıştı. Tüm bunları bir kenara atarak Wooyoung'un yanına gitmiştim.
Cidden bu yerden hiç ayrılmadan nasıl yaşabildiğini merak ediyordum. Dünya gibi bir yere inmek var iken.
Onunla sıkıcı bir sohbetin ardından odama dönmüştüm. Kendimi yatağa atarak her gün yaptığım gibi gözlerimi dinlendirmeye karar vermiştim. Yaşı büyük olan meleklerin fazla görevleri olurdu. İnsanların dünyaya verdiği hasarları düzelttikleri tarzı bir şeyler duymuştum. Yaşım geldiğinde ben de harika bir melek olacaktım.
Aradan geçen saatlerin ardından kalkarak üstümü değiştirmeye karar verdim. Cennette zaman diye bir kavram yoktu. Dünya saatine göre hazırlanmam gerekiyordu. Açık kahve saçlarımı düzelterek gömleğimin bir kaç düğmesini açmıştım. Bir erkeğe göre fazla önem veriyordum dış görünüşüme. Hoşuma gidiyordu.
Buluşmamıza az bi vakit kaldığında odamdan ayrılarak cennetin kapısının olduğu yere ışınlanmıştım. Melek olmanın güzel yanlarından biri yürüme sorununun olmamasıydı bence.
Her zamanki yerinde duran Yunho'nun yanına giderek masumca yüzüne bakmıştım. Normalde asla iki gün üst üste yeryüzüne inmezdim. Ama bugün inmeliydim.
Uzun yalvarışlarım sonucu Yunho'dan bir kaç saatcik izin alarak cennetten ayrılmayı başarmıştım.
Seonghwa ile ilk karşılaştığım ormana giderek çimlerin üzerine oturup etrafı izlemeye başlamıştım. Gölün karşısına yine bir kaç aile piknik için gelmişti. Dünya yaz mevsiminde olduğu için normal karşılıyordum. Ben de kışları pek sevmezdim zaten.
Hafif yüzüme esen rüzgârla Seonghwa'nın geldiğini anlamıştım. Ayağa kalkarak ona baktım. Bedeni... Çok kusursuzdu. Özü diğer meleklerden çok farklıydı. Ve beni etkiliyordu.
Düşüncelerimden sıyrıldığım bir vakit konuşmayı akıl ederek ona yaklaşmıştım.
"Hoşgeldin." Yüzüme bakmayışı beni sinir ediyordu. Etrafı süzüp duruyordu. Oysa ki ben daha güzeldim.
"Hoşbuldum, çok beklettim mi?" Aniden bana dönen gözleriyle tüm vucudum ürpermişti. Kafamı olumsuz anlamda sallayarak bekletmediğini söylemiştim.
"Pekâlâ gidelim o zaman." Söylediğiyle beraber şaşırmıştım. Gerçekten nereye gidecektik ki?
"Anlayamadım, nereye gideceğiz?" Biz sadece melektik. Sanki bir insan gibi dünyada nasıl dolaşabilirdik ki?
"Önce yemek yeriz ve belki sonra beraber eğleniriz?" Artık benimle dalga geçtiğini düşünüyordum. Melekler yemek yemez ve insanların arasında dolaşmak hiç doğru bir şey değildi.
"Sen ciddi misin?"
"Fazlasıyla." Aniden aramızdaki mesafeyi kapayarak bileğimden tuttu ve saniyesinde bir restoranın önüne ışınlanmıştık. Birinin bizi görmediğini umut ediyordum. Beni tehlikeye atmıştı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Temptation: Seongsang
خيال (فانتازيا)"Güven bana sevgilim, her şey senin için. Sen benim meleğimsin, sadece benim meleğim." © seongsangtrㅣseongsang [texting & fantastic story] all rights reserved start: 02/02/20 end: -