Lütfen oylamayı unutmayalım. ☆
Uzun zamandır ne yaparsam yapayım ruhumda süregelen şiddetli gelgitleri engelleyemedim.
Ruhuma büyük bir okyanusun tuzlu suyu karışmıştı. Dalgaları sert ve şiddetliydi. Her darbesinde ben'den küçük parçalar koparıyor, okyanusun ucu bilinmeyen karanlık derinliğine gömülüyor ve yok oluyordu.
Ben yok olmaya uzun süre önce başlamıştım.
Belki çocukluğumda, belki de ilk yalnız kalışımda başladı bu. Ruhumdaki büyük parçalar hep koptu, o kadar azaldı ki yok olacağım anı beklemeye başladım.
Artık ne zaman yok olacaktım?
"Yazgı?" diye seslendi, kadınsı tok bir ses. Sayısal Kültür dersindeydik. Başımı kaldırdığımda hocayla göz göze gelmiştim. Zaten ne zaman dalsam, hocaların soru sorma gibi huyları vardı.
"Buyrun efendim," dedim saygıdan dolayı ayağa kalkarak.
"Dijital medyanın sosyokültürel gelişimi hakkında bize bilgi verebilir misin?"
Sınıfta bir sessizlik oluşurken tüm gözler üzerime çevrilmişti. İşte bundan nefret ederdim, tüm odağı üzerime toplamaktan, birinin bana gözünü dikip bakmasından. Üstelik şu an bir göz değil sınıftaki çoğu bakış üzerimdeydi. Buz gibi bir suya atlamış da nefessiz kalmış gibi hissediyordum.
Konuyla ilgili bildiğim birkaç şeyi geveledim, bazı yerlerde heyecandan kekeledim, bazı yerlerde nefesim kesildi. Kesinlikle herkes tuhaf biri olduğumu düşünüyordu, hocanın bile bakışları değişmişti. Oturmama izin verdiğinde kafamı açık duran defterime gömmek ve kimsenin bana bakmamasını istedim.
Ders bitiminde kafamın bulanıklığına çare bulmak için fakülteden çıkıp kantine doğru yürümeye başladım. Bir karton bardak kahve devirmek istiyordum. Bir sonraki derse daha bir saat olduğu için vaktim vardı.
Kantin yine tıklım tıklımdı. Sabahları daha da kalabalık olurdu, neyse ki ikinci öğretimdim.
İki şekerli hazır kahvemi aldıktan sonra boş bir masa bulup oturdum. İşte en zor kısım, kalabalık arasında görünmez olmak.
Telefonumu çıkardım ve sosyal medya hesaplarında oyalanarak kahvemi yarıladım. Başımı eğmekten boynum ağrımıştı ve artık kafamı kaldırmak zorundaydım. Çevreme bakmama gerek yoktu. Başımı usulca kaldırdığımda, fazla da uzakta olmayan çapraz masadaki bir çocukla göz göze geldim.
Bütün bedenim kasıldı. Masada bir arkadaş grubuyla oturuyordu ve diğerleri kendi aralarında sohbet ederken o kişi gözlerini bile kaçırmadan bana bakıyordu.
Gözlerimi kaçırarak başımı eğdim. Geri kalan kahvemi içmek için kendimi zorlasam da boğazımdan geçmiyordu. Belki de ben paronayaklık yapıyordum. Bir insanın bir insana bakması gayet doğaldı, belki de gözü çarpmıştı.
Emin olmak için göz ucuyla baktığımda yanıldığımı anladım. Çocuk hala bana bakıyor ve gülümsüyordu. Ve ona bir kez daha bakmamdan cesaret almış olmalı ki masasından kalktı ve benim masama doğru yürümeye başladı.
Her bir uzvumun kasıldığını hissettim. Boğazım kurudu ve kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı.
Masamla arasında birkaç adım kalmıştı ki hızlıca ceketimi, kahvemi kaptım ve kaçarcasına masadan kalkarak kantinin çıkışına doğru hızlı hızlı yürümeye başladım.
Kendime çok kızıyordum. Neden böyleydim? Neden normal bir insan gibi davranamıyordum?
Başkasıyla göz göze gelmekten korktuğum için kafam yerde hızlı hızlı yürürken beklenen oldu ve kapıya çarptım. Düşmemem için biri koluma asılıp çektiğinde utançtan ölmek üzereydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Önce Kendini Unut
Teen Fiction"Neden ağlıyorsun?" diye tekrar sordu. Sesi biraz peltekti ve sarhoş olduğu belliydi. Muhtemelen ben uyuyakaldığım esnada o arka sıralarda sızmıştı. Sarhoş bir erkekle sınıfta mahsur kalmıştım! Harika. Gözlerimi elimin tersiyle silerken, "Ağlamıyoru...