kalp tutulması

61 5 15
                                    

W.

17.00

"Hayallerim yolunu kaybetmiş, sonunda ise bir çıkmaz sokak var. Kapana kısılmış bir kaplan hayallerim... Ne yapacağını ve nereye kaçacağını bilmiyor. Bir yardım eli dileniyor. Duaları yarı yolda parçalara ayrılıp yere düşüyor. Umutsuz bir haykırış duyuluyor, bulutlar göz yaşı dökmeye başlıyor. Bu benim..." Kulaklarımı saran ses cümleyi tamamlıyor. "...vazgeçiş değil, yeniden doğuş hikâyem." Okuduğum kitabı kapatıp güneşimin gözlerine bakıyorum. Pırıltılı gözler sıcacık evimde, güvenli hissettiriyor. "Daha önceden okumuştum, beni çok etkilemişti. Yeniden ayaklarımın üstünde durmayı öğretti, kimseden medet ummamam gerektiğini de." Anladığımı belirtmek için başımı yavaşça sallıyorum. Yere dizdiğimiz minderlerin üstündeki battaniyeyi düzeltip uzanıyorum. "Bu yüzden mi benim okumamı istedin?" O da benim gibi uzanıyor ve elini başının altına alıyor. Gözlerini olabildiğince sakince kırpıyor, derin bir nefes alıp konuşuyor. "Senin de bu umutsuzluğuna rağmen yeniden başlamanı, güçlü olmanı istiyorum. Bir de mutlu olmanı." Dudaklarım kıvrılıyor, mutlu hissettiren bir tebessüm yüzüme yayılıyor. Gülmek, evrene bahşedilmiş en kıymetli şey. Ben bunu nasıl unutmuş olabilirim? "Yani hayat beni büyük yenilgilere uğratsa bile zafer için devam mı etmemi istiyorsun?" Sola doğru, benim olduğum tarafa dönüyor, dirseğini mindere yaslayıp doğruluyor. Saçlarımı muhteşem sakinliğiyle severken, "Evet, tam olarak bunu istiyorum," diyor. İstemsizce kapanan gözlerimi açıp bakıyorum, sonra tekrar kapatıp saçımdaki elini tutuyorum. "Bunu başarırken yanımda olmaya ne dersin?"

Hava hâlâ karanlık ve biz evin terasında güneşin doğuşunu seyretmek için bekliyoruz. Rüzgâr esiyor, ben üşüyorum ama kalbimin ısısı soğuğu kırıp geçiyor. Rüzgâr tenime değdikçe benliğimi derinine kadar hissediyorum ve onun ellerine dokunurken göğüs kafesim açmaya başlayan çiçeklerle doluyor. Benliğimin derinini şimdi daha net görüyorum. Dakikalar geçiyor, güneş kendini az da olsa belli etmeye başlıyor. Ben hâlâ ondan bir cevap bekliyorum ama biliyorum ki cevabı hiçbir zaman vermeyecek. Umudumu kesmiyorum ve sessizliği bozuyorum. "Güneş doğmaya başladı, harika!" Mutlu gözükmeye çalışıyorum, bugünü mahvetmeyeceğime dair kendime içten içe söz veriyorum. "Evet. İlk kez güneşin doğuşunu seyrediyorum." Heyecanı sesine yansırken dizlerinin üstüne oturuyor. Ben de yattığım yerden kalkıp, "Bu benim ilk değil ama en anlamlısı. Daha önceden hiç böyle hissetmemiştim." Gökyüzünü seyreden gözlerini yüzüme çevirip inceliyor. "Nasıl hissediyorsun?" Elimle kalbime dokunuyorum. "Sanki onunla birlikte ben de doğuyorum." Kaşlarını yukarıya çıkarken gözleri büyüyor. Başını tekrar gökyüzüne çeviriyor. "Sakın batma." Güneş kendini belli ettiğinde kuruyor bu cümleyi. Kalbime ok fırlatıyor, işte bir kez daha onun eline geçti.

"Burası randevuların olmazsa olmaz mekânı." Kaşlarımı çatıp geldiğimiz ormana göz gezdiriyorum. Güneşin doğuşunu izler izlemez hadi hadi deyip beni buraya, ormana, getirdiğine inanmam biraz vakit alıyor. "Bundan emin misin?" Bir ağaçtan diğer ağaca geçerek etrafı incelerken gülüyor. "Hayır, şu an uydurdum." Elimle alnıma vuruyorum. Çok tatlı, kahretsin. Hayır, Wonwoo ondan bir adım alana kadar tekrar ve tekrar âşık olmak yok. "Piknik yaparız diye düşünmüştüm ama yiyecek hiçbir şeyimiz yok. Geç kalkmasaydım, her şey planladığım gibi olacaktı." Dudaklarını büzüp ağacın dibindeki taşın üstüne oturuyor. Yanına yaklaşıp saçını karıştırıyorum. "Üzülme, yemek yemeyi sevmiyorum zaten. Doğayı keşfetmek daha iyi bence." Elimi uzatıyorum. Kafasını kaldırıp birkaç saniye yüzüme bakıyor ve bana güneşin doğuşunu yeniden hissetiren bir gülüş armağan ediyor. Şu an, tam şu an ölsem dünyanın en mutlu ölümüne şahit olabilirdiniz ama ne yazık ki ölmüyorum. Üstüne dilimi tutamayıp yine iltifat ediyorum. "Sen melek misin?" Elimi tutup ayağa kalkıyor. Hâlâ gülerken omzuma vuruyor. Başını sallarken, "Aynen, melek olarak yaratılacakmışım da nur yetmemiş." diyor ve yürümeye başlıyor. Onu takip ederken zıplaya zıplaya yürüyüşüne gülüyorum. "Dikkat et, düşersin." Elini 'boşver' dermiş gibi sallıyor ve yoluna devam ediyor. Bir anda durmasıyla ben de duruyorum. "Şuna bak, şu güzelliğe. Mükemmelsin sen." Eğilerek iltifatlar yağdırdığı şeye bakıyorum. "Çiçek mi?" Düz, sade bir çiçeğe nasıl da güzel cümleler kuruyor. Onu orada bırakıp yürümeye kaldığım yerden devam ediyorum. Kelebekler uçuşurken somurtup kaşlarımı çatıyorum. "Hey! Beni beklesene." Sesini işittiğim an durup onu bekliyorum. Yanıma gelince yavaşça omzuma dokunuyor. "Bana seni anımsatmıştı." Bu, bahar müjdesi veren bir cümle.

Üçüncü durağımıza elimdeki pamuk şeker ile bakıyorum. Hızlı hızlı yiyorum. "Yavaş ye, oyuncaklar bir yere gitmiyor." Son lokmayı da yutup gülerek gözlerine bakıyorum. O da gözleriyle gülüp saçımı karıştırıyor. "Afacan bir çocuk oldun bakıyorum da." Pamuk şekerin çubuğunu iki elimle tutup kırıyorum. "Randevuların en güzel mekânındayız, ben değil de kim olsun." Gözlerini kısıp boynumu kavrayıp beni kendine çekiyor ve omzuna yatırıp geri kaldırıyor. "Emin misin?" Sabah ormanda dediğim soruyu şimdi o bana soruyor. Uyandığımdan beri ne kadar mutlu olduğumu daha da iyi anlıyorum. Bütün gün onunlaydım ve hâlâ gün bitmiş değil. "Bu bilgi bana bir yerden geldi." Beynimi işaret ediyorum. "Şapşal." Elini bu sefer de o uzatıyor ve tabii anında tutuyorum. Oyuncaklara tek tek binerken ömrümün en güzel gününü yaşıyorum. Sevgili hayat, bana vermiş olduğun bu gün için sana sonsuz teşekkür edip devamını talep ediyorum. Gözlerimize yansımış olan mutlulukla sarıp sarmalanıyoruz. Şu an dünyadaki en yıkılmaz, güçlü varlıkların biz oldğuna eminim.

"Aklımı yolda bıraktım, kalbimi sen de. Müsaade et, kalbini alayım ben de." Bu cümleler ne benden ne de ondan çıkıyor. Bu cümleler, şu an şahit olduğumuz sevdiği kadına evlilik teklifi eden kişinin ağzından çıkıyor. Minghao'ya bakıyorum, o da şaşkın şaşkın olanları izliyor. Herkes 'evet de, evet de' diye bağırmaya başlıyor, kadın dizlerini büken sevgilisinin karşısına oturuyor ve kabul ediyor. "Bu çok romantik." Minghao'nun ağzından dökülen cümlelere herkes katılıyor ve sevgilileri yalnız bırakıp dağılıyoruz. "İlk kez görüyorum, bugün ilklerimin günü oldu." Başımı sallamakla yetiniyorum. Mutluluğunu derinden hissetmek için her saniye yaşadıklarımızı düşünmek istiyorum çünkü akşam oluyor ve ben solmaya başlıyorum. "Bu yüzünün hâli ne? Gün bitmedi daha, sıra dönme dolapta." Solma hızım dururken heyecanla ona bakıyorum. Elini uzatmasını beklemeden tutup dönme dolaba doğru koşuyorum.

Dönüyoruz, yavaş yavaş dönüyoruz. "İlk kez bineceğim için heyecanlıydım ama bu çok yavaşmış, keyifsiz." Yalnız olduğumuz kabinde eli hâlâ elimde. "Tabii sen hızlı olmayı seviyorsun." Elini sıkıp, "Öyleyim, birilerinin aksine." diyorum. Elimi bırakıyor ve bana dönüp omzumu tutuyor. "Bana söz ver. Tekrar umutlu olmaya, ayaklarının üstünde durmaya başlayacak mısın?" Gözlerindeki kararlılık beni biraz korkutsa da başımı sallıyorum. "Seni gördüğüm zaman umudum yeniden canlandı zaten, tek sorun bunu devam ettirmek. Söz veriyorum devamı gelecek." Gözlerini gözlerimden ayırıp gökyüzüne bakıyor. En yüksek noktaya varıyoruz. Güneş batmak üzere, bir günün sonundayız. Cevapsız sorum aklıma geliyor, gözlerimi kapatıyorum. Umudunu yitirme, yitirme, yitir- Düşüncelerim kulaklarımda hissettiğim nefesle kesiliyor. "Bunu başarırken yanında olacağım." Minghao'nun eşsiz sesi bütün vücudumu sarsmaya yeterken o durmayıp yanağımdan öpüp ölümümü imzalıyor. "Ve batmana izin vermeyeceğim." Cümleleri sonladığında güneş batmış oluyor ama benim doğuşum yeni başlıyor.

Kalbim, kalbine kenetlenmiş; bu yelkensiz gemide umuda yüzüyor.

🌻🌻🌻

küçük prens yolunu kaybetmişti - wonhaoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin