The Rise of Jade Prince

Giriş: Yu İmparatorluğu

Güneyin doğusundan batısına uzanan topraklarıyla Yu İmparatorluğu, zenginliği ve gücüyle anılan bir hükümdarlıktı. Bu imparatorluk, nesiller boyunca tarih sayfalarının baş rolünde yer alan üç büyük imparatorluktan biri; ancak en güçlüsü değildi. Altın çağının ardından art arda gerçekleşen taht kavgalarıyla krallık eski gücünü yitirmiş, buna rağmen üç krallıktan biri olmaya devam etmişti. Halk arasındaki, ancak kuytu köşelerde fısıltıyla yayılan, söylentilere göre Yu İmparatoru, bilge kişiliğine rağmen oldukça düşüncesiz ve savruk bir insan; bir alfa olmasına rağmen baskın bir karaktere sahip olmamakla birlikte kolayca etkilenen biriydi.

Yu İmparatoru'nun babası Yüce İmparator lakabına sahip Jeon Yeon imparatorluğu iç savaşı sonlandırarak tahta geçtiğinde henüz yirmilerinin başında bir delikanlıydı. Hükümdarlığının ilk yıllarını savaşın yol açtığı yıkımın izlerini silmek ve çıkan isyanları bastırmakla geçirmişti. İmparatorluk eski gücüne kavuştuğunda hükümdar orta yaşlarında, iki çocuk babası bir adamdı. Jeon Hanedanı'ndaki geleneğe karşı gelerek bir omega ile evlenmiş olmasına rağmen kendisi gibi imparatoriçe de halkının sevgisini kazanmış bir kimseydi. İmparatoriçe küçük oğullarının doğumunda hayata gözlerini yummuştu; prens dadıları eşliğinde büyümüş ve zamanı geldiğinde, İmparator Yeon ve büyük oğulları meçhul bir hastalıktan öldüğünde tahta geçmişti.

Babasından miras kalan tanrıların bolluk ve bereketle kutsadığı toprakları yönetmek her soyluya nasip olacak bir şey değildi ne yazık ki. İmparator Jungnam iyi eğitim görmüş bir yöneticiydi. Kendisinden önceki imparatorlardan aşağı kalır bir yanı yoktu. Üstelik şanslıydı ki, yönettiği topraklardaki insanlar efendilerine tanrılara taparcasına sandıktı. İmparator Jungnam ne iç savaş ile ne de gücüne denk bir düşman ile karşılaşmıştı. İhtişamlı bir şekilde yaşamış, birçok eşle birlikte düzinelerce metrese sahip olmuştu. Soyadını taşıyan üç çocuğunun ilk ikisi birer alfa anneden, sonuncu oğlu ise omega bir metresten dünyaya gelmişti. İmparatorun çocuğun adını Jeon Hanesi'ne yazdırdığı vakit sarayda söylentiler çoğalmış; kimi soylu imparatorun karşısına çıkacak kadar ileriye gitmişti. Gayrimeşru bir çocuğun tanrıların topraklarını yöneten bir hanedanın üyesi olması, bununla birlikte taht üzerinde hak iddia edebilecek bir konuma yükselmesi kabul edilemezdi. Olası bir durumda imparatorluğu gayrimeşru bir prens yönetemezdi. Bu başta tanrılar olmak üzere tüm atalara hakaretti.

Yine de imparator hiçbir şeyi umursamamış, söylentileri durdurmak için elinden geleni yapmıştı. Saraydaki soylular ve halk arasında iki farklı düşünde peyda olmuştu bunun sonucunda. Birincisi, imparatorun çocuğun annesi olan omega metrese aşk beslemesiydi. İmparator kadına o kadar çok aşıktı ki aşklarının meyvesinin babasız ve kötü bir yaşam sürmesine göz yumamamıştı. Bir diğer söylenti ise çocuğun doğumu ile bir mucize belirmişti- Çocuk tanrıların onayını alan bir piçti! Elbette ki iki ihtimal de olası değildi. İmparator birine, üstelik omega bir metrese sevgi duyamayacak kadar aç gözlü ve bencildi; evlilik dışı meydana gelmiş bir çocuğun da hiçbir mucizesi olamazdı. Ve bunlar da diğer söylentiler gibi eskimiş, zamanla unutulmuştu.

Prens Jeon Jungkook da kendisinden birkaç yaş büyük kardeşleri gibi sağlıkla büyümüş, iyi eğitimler almıştı. Ama iki kardeşin aksine devlet işleriyle ilgilenmezdi; ne kral olmakla ne de herhangi bir makamda gözü vardı. Eğlenceyi ve eğlenmeyi sever; düzenlediği davetlerde şaraplar su gibi akar giderdi. Alfalar, betalar, dahası omegalar bile gönüllerince eğlenirdi düzenlediği davetlerde. Saray ahalisinin ve halkın bir kısmının ayıplayarak izlediği bu genç, kimsenin onu hor görmesine müsade etmeyecek kadar da kabiliyetli bir savaşçıydı da aynı zamanda. Ata binmeyi, kılıç kullanmayı en az kardeşleri kadar iyi bilir; okçuluk denildiğinde ilk onun ismi anılırdı. Böylesine bir kişiliğin konu dövüşmek olduğunda nasıl bu kadar yetenekli olduğu tartışılıp durulurdu her fırsatta. Prens ise bunları duyduğunda gülüp geçerdi yalnızca.