"Nasıl hissediyorsun?'' Yenmiş tırnaklarına dikti karmaşık duygularla harmanlanan gözlerini. Tekdüze sorulan soruyu es geçti. Zira nasıl olduğunu kendisi de bilmiyordu. İyi veya kötü değildi. Hissetmiyordu. Nefes alışları sıklaştı. Titreyen dizlerini dizginlemeye çalıştı. Yapamıyordu. Gözlerini, deri koltuğunda öz güvenli bir şekilde oturan psikoloğa çevirmeyi denedi. Hayır, olmuyordu. ''Sakin ol.'' Sıkıca kapattı gözlerini. Dilini kan tadı alana dek ısırdı. Nefesleri gibi aceleci soğuk ter damlaları süzüldü şakaklarından. Bir girdabı andıran karanlık gözlerini yavaşça açtı, oturduğu sandalyeden kalktı, saç ve sakalının birbirine karıştığı kafasını sağa sola salladı ve ağzındaki kanı nefretle psikoloğa tükürdü. Karşısındaki kadını tepkisine aldırmadan yere düşürdüğü mavi montunu alıp hızla odayı terk etti. Geride kalansa öfkeyle bağıran kadının kulak tırmalayan sesleriydi.
Binadan çıktıktan sonra aceleyle astım ilacını çıkardı. Bitmişti. Sinirle yere fırlattı. Sert adımlarla sağa döndü. Girdiği, insandan arınmış fakat etkisinden kurtulamamış sokağı ağır bir koku kaplıyordu. Öyle ki sadece burnunuzda değil, vücudunuzun her zerresinde hissedebilecek kadar ağır bir koku. Hafif yağmur damlaları asfaltı kaplayan çöplere çarpıyor, çıkan düzensiz ses küçük bir çocuğun piyanoda rastgele tuşlara basmasını andırıyordu. Ayaz ve hayalci bir senfoni. Mavi montunun kapüşonunu kafasına çekip acele adımlarıyla kasvetli sokaktan anayola çıktı. Yağmur şiddetlenmeden eve gitmek istiyordu. Adımlarını hızlandırdı. Titreyen gözlerini çevrede gezdirdi. Bulunduğu yere birkaç metre uzaklıktaki parkta sıska bir çocuk annesinin montunu çekiştiriyor, oyun oynamak istediğini söylüyordu. Annesi ise öfkeyle parlayan gözlerini minik çocuğa dikmiş ve muhtemelen sigaradan dolayı boğuk çıkan sesiyle küfürler yağdırıyordu. Fakat velet duracak gibi değildi. " Oyun oynamak istiyorum." Ve trafikteki yüzlerce araba, şiddetlenen yağmur, hararetli konuşmalar, mağazalardan taşan müzik seslerini bastıran acımasız bir tokat sesi. Çelimsiz oğlan önce şaşırdı, annesinin ona vurmasına değil de yanağında patlayan tokadın şiddetine, ardından anında kızaran yüzündeki sızıyla eş zamanlı olarak gözleri doldu ve sessizce ağlamaya başladı. Dayak yemeye alışkın gibiydi. Çığlık atmıyor, feryat etmiyordu. Sadece hayatına ve binmesine izin verilmediği salıncağa ağlıyordu. Acıyı unutmuş, annesinin parmaklarının izi çıktığı tenine gömmüştü. Dakikalardır onları izleyen adam gözlerini çevrede gezdirdi yeniden. Giysileri yırtılmış, soğuktan titreyen dilenciye, bağırarak telefonda konuşan menopoza girmiş kadına, kavga eden genç çifte, çorap satmaya çalışan adama, yağmura aldırmadan koşuşturan çingene çocuklarına ve diğer tüm insanlara baktı. Kimse bu olayı umursamamış, birkaç saniyelik duraksamanın ardından işlerine kaldıkları yerden devam etmişti. O da umursamadı. Nefretle bağıran ve yeniden elini havaya kaldıran kadına, korkuyla büzülen çocuğa arkasını dönecekken bahtsız oğlanın dilenen mavi gözleri adamınkilere odaklandı. Annesinin ikinci darbesini yemeden önce bir aynaya- kirli bir aynaya- bakıyormuşçasına kendi haline kederle gülümsedi. Adam tepki vermedi. Arkasını döndü ve botlarının çamurla birleşen tiksindirici sesine aldırmadan yürüdü.
Bulduğu ilk eczaneye girdi. İlaçlarını agresif havasıyla bekleyen adama doğru ilerledi. Genç adam, iri parmaklarını telefonunun ekranında gezdiriyor, ateşle harmanlanmış gözleriyle ilaçlarını arayan eczacıya bakıyor ve homurdanıyordu. Bakışlarını öfke yığınından çekip yavaşça açılan kapıya çevirdi. İçeri girmekte olan seksen yaşlarında, tıknaz, bastonuyla bile zor yürüyebilen yaşlı bir adamdı. Şiddetlenen yağmurdan ötürü kahverengi kabanı ıslanmış, ayakkabıları çamur içinde kalmıştı. Ağır adımlarla tezgaha doğru yaklaştı. Eczacıya ve ilaçlarını bekleyen sinirli adama selam verdi. Onu görmemiş gibiydi. Garip. Yukarı rafa ulaşmaya çalışan eczacı neşeli bir edayla karşılık verdi. Aralarında geçen sohbete bakılırsa belli ki tanışıyorlardı. Lakin diğer adam selamı karşılıksız bıraktı. Gözlerini telefonuna dikmiş, biriyle mesajlaşıyordu. Bunu gören ihtiyar adam, genci uyarıp eczacıya şimdiki neslin durumundan yakındı. Genç zevat süpürgeyi andıran düz kaşlarını çattı, telefonunu cebine koydu ve tuhaflıkla parıldayan gözlerini ağzındaki takma dişlerini yerine yerleştirmeye çalışan adama çevirdi. Tükürürcesine konuştu; "Sen kimsin be? Sana bir dayak atayım da gör!" İhtiyarın buruştuğu için sarkan yanağına kuvvetli bir yumruk salladı. Dehşete düşen adam gürültüyle yere yığıldı. Ardından kafasına hedef alınan acımasız bir tekme. Olayları tepki vermeden izleyen mavi montlu adam, eczacının şaşkınlık içinde tezgaha bıraktığı ilacı aldı ve parasını ödemeden dışarı çıktı. Yerde büzüşen adamın yalvaran, üstünde ona nefretle dayak atan adamın öfkeli, onu durdurmaya çalışan eczacının şaşkın sesini geride bırakarak kapıyı kapattı.
