Soluk soluğa uykudan uyandım. Oda oldukça sessiz ve karanlıktı. Ranzanın atında uyuyan Gaye'ye baktım. Dünyadan bir haber, uyumaya devam ediyordu. Uyanmamış olduğunu görünce derin bir oh çektim. Bir süredir beni uykularımdan eden kabuslarım onu da etkiliyordu. Bazı geceler çığlık atarak uyanıyordum ve bu durumum onu korkutuyordu. Peki, ne oluyordu bana? Gecelerdir manasız bir şekilde, benzer kabuslar görmemin sebebi neydi?
Yatağımda sırtüstü uzanıp tavanı incelerken, bu gece gördüğüm kabusu düşünmeye başladım. Orman boyunca bir patikada durmadan koşuyordum. Nefesimin kesildiğini hissediyordum. Koşuyordum, koşuyordum, ama nereye gittiğimi, neyi aradığımı bilmiyordum. Tam bir yere ulaştığımı hissederken, kendimi tekrar patikanın başında buluyordum.
Ardından bir anda bütün ağaçlar üzerime doğru gelmeye başlıyor ve karanlık çöküyordu. Korkudan diz çöküp ağlamaya başlamışken, ağaçların kalın gövdeleri ve dalları arasından görebildiğim kadarıyla biraz uzakta birisi olduğunu fark ediyordum. Sırtı bana dönük, genç bir erkek... Çaresizce ona haykırırken buluyordum kendimi. Sesimdeki korku beni biraz daha ürpertirken, genç adam yüzünü yavaş yavaş bana dönmeye başlıyordu. "Korkma Cemre! Hiçbir şey seni durdurabilecek güçte değil." diyordu. Bendeki korku ve endişeden eser yok gibi görünüyordu. Tekdüze bir sesle konuşmuştu. Söylediklerine bir anlam kazandırmaya çalışırken, genç adam uzaklaşıyordu. İşe yaramaz bir çabayla son kez ona doğru koşmaya çalışırken, onu görebildiğim son alan da devrilen bir ağaçla kapanıyor ve ormanın derinliklerine gömülürken uyanıyordum. Bu kabuslar fazlasıyla can sıkıcı olmaya başlamıştı. Her gece çığlık atarak uyanmaya devam edersem ilerleyen günlerimi tımarhanede geçirebilirdim.
Gaye'yi uyandırmamak için gayret ederek sessizce yatağımdan indim. Saat sabah altıya geliyordu. Hava aydınlanmaya başlamıştı bile. Banyoya gidip yüzümü soğuk suyla yıkadım. Ardından mutfağa geçip kendime gelmek için kahve yaptım. Saat daha erkendi, ama tekrar uyumak istemedim. Nasıl olsa okula gitmek için bir saat sonra kalkmam gerekecekti hem de yeniden kabus görme korkusu vardı içimde. Gerginliğim hala geçmemişti.
Sabahın serin havasından kahvemi alıp balkona çıktım. Yeni gün birçok insan için başlamıştı bile. Sokaktan gelip geçenleri incelerken kabusumda gördüğüm genç adamı düşünmeye başladım. Yüzünü net olarak göremesem de her seferinde aynı kişiyi görüyordum, ama onu tanımıyordum.
Sokaktan geçen simitçinin sesiyle kendime geldim ve daha fazla düşünmemem gerektiğine karar verip kendimi duşa attım. Sıcak su sayesinde kaslarım gevşemiş ve biraz olsun rahatlamıştım. Duştan çıkınca siyah dar paça bir pantolon ve mavi bir bluz giyindim. Aynanın karşısına geçip, dalgalı sarı saçlarımı tarayıp kuruttum. Ardından annemden hatıra kalan bir çift siyah inci küpeyi kutusundan çıkarıp taktım. Hafif bir makyaj yapmak için aynaya doğru eğildiğimde gözlerimin maviliğinin etrafını saran kızarıklığı gördüm. Kan çanağı gibi olmuşlardı. Moralim bozularak makyaj malzemelerimi bırakıp mutfağa geçtim. Önce güzel bir kahvaltı hazırladım. Ardından Gaye'yi uyandırmak için odaya gittim. Başımı kapıdan uzatarak: "Gaye! Uyan haydi, sabah oldu." diye seslendim. Hiçbir tepki vermeyince gözlerimi devirip yanına gittim. Yavaşça kolunu dürtmeye başladım.
"Beni uyandırmak için çok geçerli bir sebebin olduğunu umuyorum." dedi uykulu bir sesle. İstemsizce güldüm.
"Evet, kesinlikle var. Eğer kalkmazsan daha ilk günden okula geç kalacağız."
Cümlemi bitirmemle başını yastıktan kaldırması bir oldu. İri, kahverengi gözleri hala kısık bakıyordu. Yatakta doğruldu ve birbirine dolanmış olan uzun, kahverengi saçlarını ayırmaya başladı. Zaten minyon bir kızdı ve yorganın altında iyice ufak kalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMSÜZ
FantasySöylediklerini anlamam birkaç saniyemi almıştı. Buradaydı, tam karşımda. Bana bakıyor ve her şeyin yoluna gireceğini söylüyordu. Peki gerçekten girecek miydi? Karşımda, aslında tanıdığımdan çok farklı bir adam ve hiç hayal edemediğim bir gelecek dur...