Efrum iki eli ile kabanının yakalarını mümkünmüş gibi çekiştirmişti. Esen rüzgar yanaklarına değip tüm vücuduna bir bıçak gibi saplanmıştı. Bu keskin havada bu sahil yolunda yürüyor olmak pek akıllı işi değildi. Ama zaten Efrum'da pek akıllı sınıfına girmezdi.
Dalgalar başında uçuşan şalın püsküllerini yanaklarına sert bir şekilde çarpıyor, Efrum'un pürüzsüz yanaklarında ufak kızarıklıklar oluşturuyordu. Zaten bembeyaz olan teni rüzgarın ve şalın darbeleri ile kızıla çalmaya başlamıştı.
Ellerini ceplerinden çıkarmadan yürümeye devam etti. Otobüs durağı birkaç metre ötesindeydi. Oraya ulaşana kadar donmamayı umuyordu. Aklı neredeydi merak ediyordu, bu soğuk havada bu yolu tercih etmesi ne denli mantıklıydı?
Kolundaki saate bakarak biraz daha hızlı olmaya çalıştı. Bu gidişle üzerindeki sersemliği ile işine geç kalacaktı. Saatiyle oynamaya başladı ve o anda saatinin kopçası bileğinden yavaşça sıyrıldı. Sanki o an tüm sahil yolunda bir ağır çekim vardı. İçinden dua ediyordu saati denize uçmasın diye. Eğer saati denize hapsolursa bu hayatının en üzücü şeyi olurdu.
Ancak saati denize çok yakın bir noktada yere paralel olarak düşmüştü. Dudaklarından rahat bir "oh" sesi döküldü. Bu saat çok sevgili rahmetli babaannesinin ona tek yadigarıydı. Bir yerinde bir hasar olmamasını umarak dizlerinin üstünde yere eğildi. Tam o anda bir çift ayakkabı görüş alanına takıldı. Saatinin üzerinde bir el duruyordu.
Kafasını kaldırıp elin sahibine baktı. Sonra utanmış bir halde hızlıca ayağa kalkıp bir adım geri attı. Oldu olası insanlardan hep utanmıştı. Karşısındaki beyefendi saatini nazikçe ona uzatmıştı. Tedirginliğini anlamış olmalıydı ki saati kendisinin avuçlarına bir tüy hafifliğinde bırakmıştı. Yüzüne bakmadan beyefendiye teşekkür ederek yanından uzaklaştı.
Efrum az önce yaşadıkları karşısında yutkundu. Yüreği karıncalandı, elini göğsüne götürdü. Adamın yüzünü saliselikte görmüş olsa beyaz tenine zıt kara sakalları ve açık kahve gözleri ile Efrum'un yüreğine sızı salmıştı. Ancak o bunu yabancılarla konuşamama, konuşurken heyecanlanma fobisine yormuştu. Herkesle konuşurken böyle oluyordu, yoksa o güzel bakışlara özgü bir durum yoktu. Ama bilmiyordu ki sadece kalb-i Efrum'u uyutuyordu. Gerçekleri er ya da geç hissedecek, tevafuk onu o güzel gözlere tekrar misafir edecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Menekşe
General FictionEfrum; Adı gibi çiçek, Gözlerinde çiçeklerin en güzel rengini toplamış, Bakışları değdiği yüreği hoplatırdı. Ekrem; Efendiliğin vücud bulmuş, ete kemiğe sığmış haliydi, Gözleri harama değince kalbi kor ateşlerde kavrulurdu. İkisi de bir tevafuk eser...