Elizabeth 'Lizzie' Saltzman
Birkaç Ay Sonra
Çarşamba - 15.03.2028
Bir varmış, bir yokmuş... Uzak diyarlarda dillere destan masum güzelliğiyle bilinen ölümsüz bir prenses varmış, taki o güne kadar-!
Uzaklardan güneş gibi parıldayan altın kaplamalı tahtıma yayılarak mavi elbisemin eteğini kabartırken, diğer yandan da büyük bir zevkle başımdaki mücevherlerle dolu gümüş tacımı düzelttim. Sevinçle etrafıma bakınırken benden mutlusu olmadığını görebiliyordum. Nasıl olsun ki, kraliçeyim yahu! Kapının kenarına dizilen hizmetkarlara işaret verdiğimde ise, hiç beni ikiletmeden ellerindeki tepsilerle önüme dizilip servis yapmaya başlamışlardı bile. Ne kadar da çok tanıdık yüz böyle; Penelope, Cheryl, Daisy, Dana, Connor, Kaleb, Jed, hepsi de düşmanlarım. Evet, hizmet edin Kraliçenize! Kibirle gülümseyerek arkama yaslandığımda tahtın kenarında dikilen Henry bozmuştu sessizliği.
"Başka bir arzunuz var mıydı, Majesteleri?"
Zoraki bir şekilde gülümsemeye çalışırken üzerine tam oturmayan smokini süzdüm. Onu görünce içimi sebepsizce tuhaf bir his kaplamıştı. "Hayır, çekilebilirsin."
Bu sözlerimin üzerine Henry geri çekilirken, önümdeki taze üzümlerden ağzıma birkaç tane attığımda içime bir kurt düştü. Kız kardeşim neredeydi!? Hem de doğum günümüzde! Peki ya kuzenim, Jacques? Ya da Hope? Annem? Babam? Neden yalnızdım? Neden kimse yoktu? Etrafıma merakla bakınırken karşımdaki hizmetkarların tek tek sislere karışarak ortadan kaybolması beni korkutmaya yetmişti zaten. Neler oluyordu böyle? Telaşla olanları büyük bir soğukkanlılıkla izleyen Henry'e döndüm. "Neler oluyor böyle?"
Ama Henry cevap vermemişti. Yine sordum, yine vermedi. Ve yine, ve yine. Nhayetinde bir yerden sonra konuşmaya karar verdiğinde ise aniden kekeleyerek gözleri siyahın karanlık tonlarına bürünürken yüzünde çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Sanki porselen bir bebeğin kırılması gibiydi. Merak ve korkuyla ona doğru yaklaşırken, çatlakların arasından mavi bir ışığın sızması ve Henry'nin patlamasıyla geriye doğru kaçtım. Evet... Doğru! Az önce Henry patladı ve üzerimden dökülenler de onun kanı ve organları. Vücudumu ele geçiren korkuyla çığlık çığlığa tahtın arkasındaki altın kaplamalı kapıya doğru koşarken tacım yere düştü ama umursamadım bile.
Kapıların arasından geçtiğimde mücevherlerden kurtulmama rağmen, üzerimde bir ağırlık hissetmiştim. Ama yine de ne olursa olsun koşmaya devam ettim. Koridordaki ışıklar yanıp sönüyordu, korku filmi gibiydi. Karşı taraftan yüzüme vuran bir ışık gözümü almıştı adeta, etrafı görmekte zorlanıyordum. Sanırım aynadan yansıyordu. Aynaya doğru yaklaştığımda şok içinde aniden duraksadım. Avuçlarım arasında kanlı bir balta vardı. Ne zaman aldım ki ben bunu!? Aniden panikle elimden bıraktığımda yamacımdaki merdivenlerden gürültülü bir şekilde aşağıya düşmüştü. Aynaya biraz daha yaklaştığımda ise saçlarımdan ve mavi elbiseden eser kalmadığını görmüştüm. Saçlarım hep birbirine girmişti ve üzerimle kanlı bir gelinlik vardı. Üzerimde neden bir gelinlik vardı? Daha da önemlisi neden kanlıydı?
Kendi kendime söylenip dururken aynadaki yansımamın benden bağımsız hareket ettiğini görmem ile bir an aklımı kaybettiğimi sanmıştım. Panik yaparak üzerime baktığımda ise karşılaştığım mavi elbise apayrı birşey. Ama yansımada hala kanlı gelinlik vardı. Böyle birşey nasıl olabilir ki!? Bu mümkün değil, saçmalık! Şaka, şaka gibi. Kabus bu, evet tek açıklaması bu, kabus. Ama gel gör ki, yansıma hareket etmekle kalmadı konuşmaya da başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü Serisi {Miraslar}Karanlığın Mirasları
Fiksi PenggemarMiraslar. Klaus Mikaelson'nın mirası Hope Andrea Mikaelson. Alaric Saltzman'ın mirasları Josette 'Josie' Saltzman ile Elizabeth 'Lizzie' Saltzman. Malachai 'Kai' Parker'ın mirası Jacques Parker. Bu bir hikaye. Geçmiş ve gelecek de, yaşanan ve yaşan...