Uzun, çok uzun, zamandır kalemine hasret kaldığımız yazara bu bölüm... Hissizleşmiş'i de sildin zaten, neyse.
Düzenlendi: 3 Nisan, Cuma, 2015
14. Bölüm
Duman...
Ateş...
Isı...
Birbirini tamamlayan üç kelime... Ve hepsinin işaret ettiği tek bir olgu: Yangın...
Binanın içine girer girmez elimle burnumu kapama ihtiyacı duydum. İçerideki duman ve koku rahatsız ediciydi. Elimi yüzümden çekmeden binanın sağ kanadına doğru ilerlemeye başladım.
Koşamazdım. Eğer koşarsam yorulurdum ve bu da kalp atışlarımı hızlandırırdı. Daha çok havaya ihtiyacım olurdu ve duman altında kalan bu bina benim yeniden toparlanmama yetecek kadar temiz hava içermiyordu.
Yavaş adımlarla yürüyemezdin çünkü içeride halen itfaiyeciler vardı, üstelik içeri girdiğim fark edilirse peşimden gelen birileri olacaktır.
Bu yüzden hızlı, kararlı ve dikkatli adımlarla ilerliyordum.
İlk kattan gelen itfaiyeci sesleri bana Rüzgâr’ın orada olmadığına dair ipucu vermişti. Bu yüzden fazla ses çıkarmadan bir üst kata çıktım.
Burada da görevliler çalışmaya devam ediyordu. Yüksek sesle konuşmalar ve bağırışlar vardı. "İki kişi kayıp," dedi genç bir kadın sesi. "Onları bulun," diye çığırıyordu devamında.
Umursamadım.
Üst kata çıkan merdivenlere yöneldim. Yukarıya çıktıkça dumanlı hava azalıyordu. Merdivenleri çıkıp da kata ulaştığımda zemin kata göre daha rahat nefes alıyordum.
Kattaki ortak salona girdiğimde içeride kimsenin olmadığını gördüm. İçimde rahatlamayla karışık hayal kırıklığı belirdi. Rüzgârla karşılaşmaya hazır mıydım bilmiyordum fakat bir an önce onun varlığının getirisi olan ağır yükten kurtulmalıydım. İçimdeki cesur yürek ölmeden onu bulmam gerekiyordu. Bana bir işaret göndermişti, bu o işaret olmalıydı. Bu yangın beni hesaplaşmaya çağıran bir bildiriydi.
Bacaklarıma hızlı yürüme emrini verip geldiğim hızın yaklaşık iki katı fazlasıyla, kimseye görünmeden zemin kata ulaşmak için merdivenlere yöneldim. İtfaiyeciler halen çalışıyorlardı. Alevlerin tamamı söndürülememişti ve üst kattakinin aksine alt katta büyük bir kargaşa vardı.
Bu yüzden Rüzgâr’ı burada bulamazdım.
Durup nereye gideceğimi düşünmek için zamanım olmadığından bir kat aşağıya yani kazan dairesine inmeye karar verdim. Parlak, demir tırabzanlara tutulup düşünmeden ilerlemeye devam ettim. Duman tabakası biraz daha kalınlaşmış olsa da artık buna alışan bedenim çaresiz kalmış gibi tepki vermedi.
Bedenim tepki vermese de zihnim onu soktuğum bu karmaşık oyundan sıkılmıştı ve her seferinde bunu hissettiriyordu. "Yerin dibine de indin işte. Ortalıkta kimse yok," dedi bana bu sefer. Onu susturup önümde duran gri boyalı demir kapının kilidine doğru uzandım.
Dumandan kararmış olan kapı kolunu parmaklarımın arasına alıp bastırarak ittim. Kapı biraz aralanıp durdu. Kilitli değildi fakat sıkışmıştı. Kapı kolunun sıcak olmamasından anladığım kadarıyla alevler buraya ulaşamamıştı.
Kapı kolunu bırakıp ondan uzaklaştım. Gözlerim merdivenin altındaki dizili olan kömür çuvallarına değdiği an zihnimde şimşekler çakmıştı. Torbalardan birinin ağzını yırtıp içinden büyük bir parça kömür çıkardım. Avucumda ağırlığını tartarken içimden kapının açılması için dua ediyordum.
Zihnim bu işten vazgeçmemi bağırırken ben kömür parçasını sıkıca kavrayıp bir yandan ağırlığımı kapının koluna verirken diğer yandan da kilide vuruyordum, tekrar ve tekrar. Sonunda kilit inat etmeyi bırakıp açılmaya karar verdiğinde avuç içim pas olmuş ve sürekli kapıya ağırlığımı verdiğim için omzum sızlamaya başlamıştı.
Yalpalayarak üzerinde kırmızı renkle "Kazan Dairesi" yazan kapıdan içeriye girdim. Alçak tavanlı odayı belli aralıklarla dizilmiş, sarkan çıplak ampuller aydınlatıyordu. Kapıyı arkamdan çekerken kapanmaması için özen gösterdim.
Dairenin içine göz gezdirirken saç diplerime kadar gergin hissediyordum. Sağımda kalan duvarın önü kömür çuvallarıyla kaplıydı. Solumdaki duvarın önünde ise karton kutular ve eski ders kitapları vardı. Elimdeki kömür parçasını daha sıkı tutmaya başladım.
Duman tabakası burada daha inceydi, rahatlıkla görüp nefes alabiliyordum. Kalbimin etrafını saran ve zihnime baskı yapan gerilim hissini saymazsam her şey yolundaydı.
Boğazımı yavaşça temizleyip güçlü olduğunu umduğum bir sesle "Rüzgâr," diye seslendim. "Buradayım!"
Bir şeyler olsun diye bekledim ardından. Sesim kulaklarımda yankılanıyordu. Kalbimin sesini, kan dolaşımımı duyar gibiydim. Sessizlik yakıcıydı... Sessizlik hep yakıcı olmuştur. Kendimle baş başa kalmıştım. Sessizlik, bendim aslında. Benim sesimdi. İç sesimdi. Bana ne yapmam gerektiğini söylemiyordu bu sefer, sadece susuyordu.
Yeniden "Rüzgâr," diye seslendim. Ardından birkaç saniye geçmemişti ki yeniden "Rüzgâr," diye bağırdım.
Sessizlik beni yine boğarken iç sesim konuştu. "Git artık."
Elimdeki kömür parçasına baktım. "Boşuna endişelenmişim," diye düşündüm. İçimde büyüyüp gerginlik hissini yutan pişmanlığı düşündüm. Pişmandım... Oldukça pişmandım.
"Siktir et," dedim iç sesime. "Yine başa döndük ama siktir et."
Derin bir nefes alıp kapıya ilerledim. Kapı koluna uzanmadan önce pis ellerime gözüm takıldı. Tırnak içlerim kararmıştı. Tiksintiyle suratımı buruşturup pantolonumun üzerine avucumu sildim.
Elimi kapı koluna uzatırken buz gibi bir el boynuma dolandı ve eni hızla kapının demir yüzeyine yapıştırdı.
Çarpmanın etkisiyle başımı sertçe vurmuştum, can acısıyla bağırıp ne olduğunu görmek için arkama dönmeye çalıştım. Boynumu kavrayan el o kadar güçlüydü ki değil arkama dönmeyi birkaç santimetre bile kıpırdayamadım.
Ben umutsuzca çabalarken yabancının boştaki eli kollarımı bir araya getirip sıkıca kavradı. Sıcak parmakları dokunduğu yerleri yakıyordu.
Ardından boğuk bir ses bana haklı olduğumu gösterdi.
"Ben geldim Mira," dedi Rüzgâr’ın sesi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Bırak Ruhun Aşka Düşsün"
FantasyKalbimiz tüm gücüyle kan pompalarken aslında yapmak istediği tek şey içinde barınan ve korumak istediği ruhu yaşatmaktı. Ruh korkardı, korkutmayı biliyorsan; ruh çalınabilirdi, çalmayı biliyorsan ve ruh avdı, çevresinde avcılar olan. © Telif hakları...