Saat akşam altı olmuştu. Elimde, Osmanlı döneminden kalan aile yadigârı köstekli saatimle Kapalıçarşı'daki Süleyman amcanın antika dükkanına doğru yürüyordum. Çocukken intihar eden babamdan miras olarak az bir miktarda parayla birlikte bu antika saat kalmıştı. Yıllardır tavan arasında duran bu saat birkaç gün önce gündelikçi Sultan abla sayesinde ortaya çıkmıştı. O olmasaydı bu saat uzun yıllar daha orada tozlanmaya devam edecekti. Antikalara ve tarihi eserlere meraklı birisi olmadığım için onu iyi bir paraya satmanın en makul şey olduğunu düşünmüştüm. Geçmişte, babamın da yakın arkadaşı olan Süleyman amcanın bu saat için bana mutlaka güzel bir para vereceğine emindim. Ancak, işler istediğim gibi gitmedi. İçeri girip saati gösterdikten sonra bu saati alamayacağını söyledi. Evde fazlalık olan bu saati satmaya kararlıydım fakat Süleyman amca o saatin bende kalmasını istiyordu.
''Süleyman amca, babamın hatırı yok mu? Alsan ne olur bu saati?
''Aykut evladım, lütfen daha fazla ısrar etme. Bu saatin öneminin farkında değilsin.''
''Ben aile yadigarı gibi şeylere önem vermem, sen kafanı takma. Hem bugünlerde paraya da ihtiyacım var. Bu saatin iyi bir para edeceğine eminim. Çok değerli bir saat olduğunu bence sen de iyi biliyorsun.
''Evet çok değerli bir saat. Ama paha biçilemez.''
Söyledikleri şeyler bana çok saçma geldi. Yüzümde beliren anlamsız ifadeyle ona bakarken o daha iyi bir açıklama yapmam gerekiyor der gibi düşünceli bir şekilde çenesini okşadı. Ardından bana el işareti yaparak dükkânın arka kısmına gelmemi söyledi. Sanırım söyleyeceği önemli şey için sessiz bir yere ihtiyacı vardı. İkimiz tabureye oturduk. Süleyman amcayı ilk defa böyle görüyordum.
''Aykut bu saat çok özel bir saat.''
''Babamdan miras kaldığı için mi?''
''Hayır, bu sıradan bir saat değil!''
Ne demek istiyordu anlamadım. Ama bu konuşmanın sonu hiç mantıklı bir yere gitmiyordu.
''Daha açık bir şekilde konuşur musun?'' dedim.
''Bu saat, sihirli bir saat.''
Benimle dalga geçiyordu ya da yaşlılıktan bunamıştı. Onu ciddiye almadığım bir ifadeyle ''Süleyman amca, git başka biriyle kafa bul.'' dedim.
''Evladım bak, bu saat sayesinde zamanda geri gidebilirsin. Yapman gerekense saatin ayarlarıyla oynamak. Ama unutma, en fazla bir gün geriye alabilirsin! Bu çok önemli bir kural!'' diyerek yanıtladı.
Kafa bulmuyordu, söyledikleri saçmalıklara kendisine inanan bir ihtiyarla konuşuyordum. Bu zırvalıklarla uğraşamazdım. Onun fazla üzerine gitmek istemedim ve saati başka bir gün, daha iyi bir antikacıya satarım diyerek dükkândan çıktım. Çıktığım sırada Süleyman amca arkamdan seslendi, ''Unutma evlat bu saati gerçek amacın için kullanırsan ödül, amacından saparsan senin lanetin olur.'' dedi. Ne diyordu hâlâ anlamamıştım.
Eve giderken bile Süleyman amcanın dediği saçma lafları düşünüyordum. Kimsesi kalmamış bu adamın, acilen huzur evine kapatılması şarttı. O esnada telefonum çaldı. Arayan kız arkadaşım Esma'ydı.
''Aykut, bir saattir evinde bekliyorum neredesin?'' diye kızgın bir sesle bağırdı.
Onunla olan randevumu unutmuştum. Ya şu sıralar, antika saati satmak benim için daha önemliydi ya da Esma'yı gerçekten önemsemiyordum. Sanırım cevap ikincisiydi.
''Kapalıçarşı'da bir işim vardı hayatım.'' diyerek onu yatıştırmak istedim. Ardından suratıma kapattı. Tam o sırada telefonum tekrar çaldı. Arayan bu sefer üniversiteden beri arkadaşım olan Tayfun'du.