Rüzgârların uğultusu havada karışırken ağaçlar geceyi gökyüzüne boyayan
fırçalar gibiydi. Ölümün damarlarını anımsatan kuru dallar ay ışığında
simsiyah görünüyordu. Sanki bir ağacın değil de ağaçların dibinde biriken
o karanlığın yükselen dallarıydılar. Bir patika ıssızlığın arasında, kimsesiz
toprakların üzerinde, uzun zamandır uykudaydı. Sabah olduğunda o perde
kalkıyordu.
Ama bu gece ıssızlığın içinde kaderin iz bırakmayan adımları
düşmüştü.
Ilk önce uzaklardaki bir arabanın ışığı karanlığı ortadan yırtılan bir
tablo gibi iki yana ayrıldı, ardından patikayı uyandıran tekerleklerin
sesi duyuldu. Araba ilerledikçe ışık daha da öteyi aydınlatıyor olmasına
rağmen karanlık, arabanın arkasından geliyor ve arabaya dokunamasa da
bu topraklara bekçilik ediyormuş gibi onu takip ediyordu.
Başını arabanın camına yaslayan kadın, boğazında biriken hıçkırıklardan
kurtulmak istercesine yutkundu. Ahmet Keskin'in gece siyahı gözleri
hemen yanında oturan eşine kaydı. Aklındaki düşünceler kaşlarının
çatılmasına neden olmuştu ve zayıf yüz hatlarında belirgin bir gerginlik
hâkimdi.
"Böyle yapma" diye mırıldandı, daha çok kendi kendine konuşuyormuş
gibiydi. Onu bu kadar Üzgün görmek, kaburgalarında dikenlerin
yetişmesine ve içine saplanmasına sebep oluyordu. Sude Keskin başını
kaldırıp sevdiği adama baktı, gözlerinde birikmiş çaresizlik vardı ama
yine de kararlıydı.
"Ben hep yanında olacağım," diye söz verdi adama. "Tüm bunları
beraber atlatacağız."
Bu sözler kader defterine sayfadan aşağı düşüyormuşçasına yamuk
bir şekilde yazılmıştı.
Ahmet Keskin uzanıp eşinin elini tuttu ve yüzüne doğru çekerek
dudaklarına bastırdı. Yüzündeki sert ifadeye rağmen teninin altında
ruhu kıvranıyordu. Takvimler 9 Ocağı gösteriyordu ve bu gün üzerinde
anlam veremediği bir ağırlık vardı. Eşinin kokusunu içine çekerek
endişesini yok etmesini bekledi.
"Bilmiyorum güzelim," dedi kendinden emin bir sesle. "Artık kendini
harap etme. Senin bir suçun yok. Babamla aramızdaki bağın bir gün
tamamen kopacağı belliydi."
"Ama o bağı kesen makas ben olmamalıydım." dedi genç kadın
çatlayan sesiyle.
"Bu bağı koparan sen değil, babamın o kör kibri oldu."
Kadın başını hafifçe iki yana salladıktan sonra tekrar arabanın camına
yasladı ve nefesi ince bir buğu tabakası oluştururken camdaki yansımasına
baktı. Kahverengi gözlerinin akına koyu damlalar örtülmüştü ve kirpikleri
gözyaşı ile ıslanmıştı. Uzun kahverengi saçları omuzlarından aşağı
dökülüyordu, teni sağlıksız bir şekilde solgundu.
"Onun parasına ihtiyacım yok." dedi genç adam kendinden emin
bir sesle. "Sana da oğluma da güzel bir hayat kuracağımı biliyorsun."
Ahmet Keskin'in gücü, sesine âdeta is gibi sinmişti ve kadının boğazında
biriken çaresizliği yakıyordu.
"Beraber kuracağız." dedi Sude Keskin kararlılıkla ve bir elini karnına
koydu. Parmak uçlarındaki dokunuşlar karnındaki bebeğin varlığına
tutunmuştu. "Rüzgar herşeyi daha da güzelleştirecek."
Kader defterine ayrılan kalemin bitmek üzere olan mürekkebi bu
cümleyi kesik kesik yazdı.
O sırada patikadan geçmekte olan arabanın arkasından bakan
karanlık, ilerideki köyün ışıklarından dolayı daha öteye gidemedi. Araba
gözden kaybolana kadar uzun uzun onları izlemişti sanki. Patika ıssızlığın
içinde yine uykuya dalmıştı, rüzgârın uğultusu ağaçların arasından tekrar
yükselmişti. Sanki yaşanmamış gibi, tutulamayacak sözlerin verildiği o andan
hiçbir iz kalmamıştı.