--The Story..--
-One Shoot-
‘’Parmaklarım masanın üzerinde belirli bir ritim yakalamışken onları durdurmamın haksızlık olacağını düşünmekle meşguldüm ve sanki hayatım mükemmelmiş gibi buna odaklanabiliyordum. Gerçekten ben nasıl bir insandım böyle? Herşeyi boş vermeyi öğrenmiş bir insandım ve çoğuna göre bu imkansız olsa da ben başarmıştım. Parmaklarımı masadan kaldırıp çok yoğun olmayan kahve dükkanını inceledim.Buraya neden geldiğimi bilmiyordum ve sorgulama gereği hissetmemiştim. Uzun bir süre önce sorgulamaları hayatımdan kaldırmıştım. Ve bu beni iyice mezara gömmüştü. Ben ölülerden daha kötü bir ölüydüm ve bunu sağlayan o’nun gidişi olmuştu.
Beni bırakıp gittiğinde ben küçüktüm , ben canlıydım ve en önemlisi insandım. Şimdi ise hayatımın çoğu garipliklerle ve ritüellerle geçiyordu. Farklı olmayı istemiyordum bunu bir kere yapmıştım ve sonucu en değer verdiğim şeyi kaybetmek olmuştu.İnanın bana o günden sonra asla farklı olamadım.Ben onu kaybettiğimde çok güzeldim ve o gider gitmez tüm büyümü kaybetmiştim. Anlamam için gitmesi gerekmişti.Ben ; o beni sevdiği için güzeldim , o beni gördüğü için canlıydım , o beni sardığı için gülümsüyordum. O gittiğinde bunların hiçbirinin önemi kalmadı.
Ben kim miyim? Ben Kyung Soo ve bu hikaye benim ve beni bırakıp gidenin hakkında,Jongin’in.-Do Kyung Soo. ‘’
Roman yazmak ne kadar zor olabilirdi ki? Gerçekten bitirene kadar tam olarak sekiz defa düzeltme yapmam gerekmişti ve ön sözü de bitirdiğim için artık göndermeye hazırdım.Mail kutumu açıp adresi girdim ve dosyayı ‘gönder’ butonuna tıklayarak gönderdim. Gözlüklerimi gözlerimden çıkarıp masanın üzerine bıraktığımda boynuma sarılan kolları ve kokuyu hissettim.Memnuniyetle gülümsedim.Buradaydı. Adına milyon tane kurgu bulabileceğim şeyden geriye kalan tek değerlim buradaydı. Minik kollarını kucağıma çektikten sonra burnunu sıktım ve güldüm.
‘’Güzel meleğim buradaymış. Bebeğim... ‘’Bana annesi gibi gülerek baktığında her zaman gözüme gelmeye çalışan göz yaşlarımı geriye ittim ve saçlarını okşadım.
‘’Baba! İşin bitti mi? ‘’
Kafa salladığımda minik elleriyle ellerimi tuttu ve gözlerime baktı.Bana böyle bakması durumu hiç kolaylaştırmıyordu.
‘’Bitti bebeğim.Bugün ne yapmak istersin ? ‘’
‘’Uhmm... Sadece dışarıda yesek olur mu?! Lütfen!! ‘’
O kadar şirindi ki kesinlikle ‘ hayır ‘ diyemezdim.
‘’Pekala , ne yemek istiyor benim prensesim? ‘’
‘’Annemin sevdiği bir şey! Olur mu? ‘’
Kafamı hızla sallayıp yanağına yumuşak bir öpücük kondurdum.
Annesini öğrenmek için elinden geleni yapıyordu ve bende elimden geldiği kadar ona yardım ediyordum. Sekiz yaşında ki normal çocuklar gibi oyuncak isteyerek büyümemişti.Ne isterse almaya hazırdım ama o , ya annesinin fotoğrafını yada annesiyle ilgili şeyleri isterdi. Nedenini merak etmiyor değildim ama kesinlikle normal bir durum değildi. Çoğu kez psikolog ile görüşmeler yapmasını sağlasamda sorunu olmadığını söylüyorlardı.
Annesi o doğduktan bir yıl sonra gitmişti. Tam anlamıyla dönmemek üzere gitmişti. Kızımızı doğurmak için aldığı tedaviden kaynaklı bir mikrop kapmıştı ve kurtulması için bebekten vazgeçmesi gerekiyordu. O sıralar bebek umurumda değildi.Ona yalvarıp bebeği doğurmamasını söylemiştim ama tek söylediği o’na iyi bakmam gerektiğiydi. Kendini ölüme atmayı göze almış bir anneyi ne kadar engelleyebilirdiniz ki?
Hikayemizin romanını yazmıştım ve biraz önce basılması için göndermiştim.. bu hikaye basıldığında ilk kopyasını Jongin’in ailesine gönderecektim. Belki o zaman torunlarını görmek isterlerdi.~12 yıl önce;
Jongin’e aşık olduğum da üniversiteyi yeni bitirmiştim ve genç bir gazeteciydim. O ise çalıştığım gazetenin sahibinin oğluydu. Her gördüğümde içimi titreten bir yüzü ve gülümsemesi vardı. Nazik , güçlü ve kesinlikle eğlenceliydi. İlk tanıştığımızda üzerinde siyah bir gömlek altında siyah dar bir kot pantolon vardı.Saçları hafif dağınık ama güzeldi. Ben ise basit bir siyah tişört ve kot pantolonla basım için hazırlanacak haberlerimi kontrol ediyordum. Odadan içeri girip beni görünce şaşkın bir şekilde –ki bana göre bu öldüresiye tatlıydı.- mırıldandı ve yaklaşıp elini uzattı.