41- Hasretle Yoğrulanlar

210 24 22
                                    

"Ne ikna edici bir intihar biçimidir;
şimdi seninle göz göze gelmek."
Cemal Süreya

Güneş yavaş yavaş maviliklerin arkasından kayboluyor, her gün bıkmadan yaptığı gibi gökyüzüyle denizi tekrardan kızıla boyuyordu. Dalgalar bugün bir başka hırçındı. Sanki Asya'nın içindeki öfkeden haklarına düşen payı onlarda almış gibiydi. Oysa bu bir yalandı, ne onlar haberdardı ruhunda kopan fırtınadan ne de batan güneş. Boğazına bir düğüm oturmuştu.

"Beni yalnız bırak." dedi sadece.

Deniz Asya'nın yüzünde bir tepki arıyordu. En ufak bir mimik..

"Eğer istersen"

"Lütfen." dedi çaresizce.

Yalnız kalmak istiyor, iç dünyasında yaşadığı karmaşayı anlamaya çalışıyordu.

Olumlu anlamda kafasını salladı Deniz. Bir şey diyecek oldu, dudaklarını kıpırdattı. Sonra nedense bundan da vazgeçti. İstemeyerek orayı terk etti.

Deniz'in gitmesinin üzerinden dakikalar geçmiş, güneş artık çoktan batmış fakat Asya bakışlarını diktiği yerden bir an olsun ayırmamıştı. Oturduğu bankın önünden insanlar geçip duruyor, martılar bilmem kaçıncı kez gökyüzü ile buluşuyordu. Ulaş bir an olsun bakışlarını Asya'dan ayırmıyordu...

Annesi bir şizofrendi. Artık bunu biliyordu. Peki ne değişirdi?

Eğer Deniz bugün dedesine Asya'nın kendisini bıçakladığını söylemeseydi belki annesinin hastalığı hâlâ bir sır olarak kalacaktı. Annesi Asya'dan hastalığından ötürümü nefret ediyordu? Geceler boyu genç kızın kendisine sorduğu ve yanıtını bulamadığı sorunun cevabı bu muydu? Ne değişirdi!

Çok şey, çok şey değişmişti kızın ruhunda. Böylesine korkunç bir sebepten ötürü rahatlamış olması kendisini suçlu hissettirdi. Bencil ve iğrenç.

Annesinin şizofreni hastası olması onu rahatlatmış, ruhundaki birkaç karanlık tarafı aydınlığa kavuşturmuş olamazdı. Olmamalıydı. Ama olmuştu.

Annesi kendisini sevilmeyi hak etmediği için değil, hasta olduğu için sevmemişti. Asya'yı sevmemek annesinin elinde olan bir şey değildi ki.. Belki de hasta olmasaydı diğer anneler gibi o da kızını severdi. Nedensizce ve sonsuz olan bir sevgiyi o zaman tadabilirdi. Eğer hasta olmasaydı belki o zaman... Annesi ona şefkat gösterebilirdi. Annesine sarılmak istiyordu. Onu böyle bir sevgiyle sevdiğini ona söylemek istiyordu. Sebepsiz ve sınırsızca sevdiğini, onu çok ama çok özlediğini söylemek istiyordu. Yıllardır bastırdığı duyguları taşmıştı, boğazındaki düğüm çözülmek bilmiyordu.

Asya annesini çok seviyordu. Ve bugün Asya, annesini affetmişti.

Ondan böyle bir gerçeği saklayan herkese karşı öfkeliydi, dedesine ve evlat nasıl sevilir bilmeyen babasına... Oldukça öfkeli. Bu öfkesini de yuttu. Ne yapabilirdi, neyin hesabını kime soracaktı? Belki böyle bir şeyi gizlemekle onu koruduklarını söyleyeceklerdi, ki buhtemelen böyle olacaktı. Dedesinin Deniz'e sunduğu bahane de zaten bu değil miydi?

Tekrardan bu insanlardan uzaklaşmak istedi Asya. Ama ne çare. Onlar kürkçü dükkanından başka bir şey değildi. Yuvası o evdi. Abisine dair anılar oradaydı. Ve sadece orada Ulaş hayatına hiç girmemiş gibi her şeye kaldığı yerden devam edebiliyordu.

Zaten bir kere gitmiş ve hiçbir şeyin değişmediğini fark etmişti.

Hayatını çıkmaza sokan bu adamın dakikalardır arabadan onu izlediğinden habersizdi.

Genç adamın tüm cesareti Asya'yı görene
kadar sürmüştü. Şimdi sanki ona bakmak, onu sevdiğini söylemek ve çaresizce bu kadından aşk dilenmek bir ölümdü. Ulaş hayatındaki en büyük arzuyu ve korkuyu aynı anda yaşıyordu. Utanç çoktan vücudunu esir almıştı. Hangi yüzle onu hâlâ sevdiğini söyleyecekti. Ona söylediği cümleleri düşünmemeyi denedi. Ama olmuyordu. Bu kadını terk ederken kurduğu cümleler hafızasından kazınmıyordu.

ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin