1.Bölüm=...Sürgün...

328 30 13
                                    

17 gün.
Tam 17 gündür bu lanet parmaklıkların ardında ölmememi sağlayacak kadar yiyecekle hayatta kalıyorum. Suçsuz olduğum hâlâ neden ortaya çıkmadı cidden anlayamıyorum.
Etrafta tek bir ses yok. Sadece bu parmaklıkların içinde bulunan tuvaletin musluğundan akan su damlacıkları... Tam anlamıyla sinir bozucu. Ayrıca tüm bu olanlara neden katlanıyorum ki? Masum biri olarak neden tam 17 gündür bu soğuk parmaklıkların ardındayım? Düzenli hayatı olan bir kız nasıl birini öldürebilirdi ki? Hem de kasabanın en zenginlerinden olan Murat Bey'i... Bunu benim yapmış olmama olanak var mıydı cidden! Birinin bana komplo kurduğu çok açıktı ama ne yazık ki kasaba amirleri benimle aynı fikirde değil...

(4 saat sonra)

Parmaklıkların arka kısmında bulunan duvarın üst kısmındaki camdan gelen turuncu ışınlardan havanın kararmak üzere olduğunu anlayabiliyordum. Bununla birlikte amirlerden birinin gelip hapishanenin kilidini tutup anahtarla açmaya çalışmasından masum olduğumun kanıtlandığını düşündüm. Yoksa neden çıkarsınlar ki? Kapı açılırken amirin yanında durdum. Hiçbir zaman benim masum olduğuma inanmamıştı. Dolayısıyla biraz küstahlık yapmanın kime ne zararı olurdu ki?

"Günlerdir biri burada masumum masumum diye söyleniyordu. Kim haklıymış gördün mü amir? Sana işini biz mi öğreteceğiz?" Alaycı bir gülümsemeyle kapıya yönelmiş çıkarken ardımdan gelen büyük kahkaha ve omzumdaki elle biraz tedirgin oldum. Amirin yüzünde fazlasıyla kendinden emin bir sırıtış vardı.

"İşte bu yüzden ben amirim, sense..." Neden cümlenin devamını getirmiyordu? Bense...Bense ney?

"Bense ne?" Merakımı belli etmem onu daha da mutlu etmişti.

"Birazdan öğrenirsin. Şimdi kendi kafana göre istediğin yere gidemezsin. Düş önüme ve ben nereye dersem oraya yönel, hadi!" Son kelimeyi sesli bir şekilde vurgulamasıyla olduğum yerde ufak bir sıçrayış yaşadım. Beni nezarethanelerin olduğu bölgeden çıkartıp kasabanın içine ilerletti. Tüm kasaba halkı bana bakıyordu. Kasaba girişinin önüne geldiğimizde amir durmamı söyledi. Neden burada duruyorduk ki? Amirin daha üst rütbelerinde olduğunu tahmin ettiğim kır saçlı, iri yapılı ve asker formasının üstünde bin bir rütbe olan bir adamın bana doğru yürüdüğünü fark ettim. İtiraf etmeliyim ki biraz korkuyordum. Adamın sert bakışlarına karşılık sert bakmaya çalışsam da onunki kadar etkili değildi ne yazık ki bakışlarım... İri yarı olan adam tam önümde durdu ve bana eliyle kasaba tabelasını gösterdi.

"Bak burada ne yazıyor? Söyle." Tabelada sadece ama sadece kasabının ismi olan "Sehir Kasabası" yazıyordu.

"Sehir Kasabası."

"Daha yüksek sesle söyle!" Bunu neden yaptırdıklarını hala anlamış değildim.

"Sehir Kasabası." Adam yüksek sesimi sanırım pek beğenmemişti. Yakama yapışmamak için kendisini zor tutuyordu ve sanırım kız olduğum için bu isteğinden vazgeçiyordu.

"Senin yüksek ses anlayışın bu mu? Herkes sana bakıyor ve arkadaki kimsenin senin dediklerini duymadıklarına yemin edebilirim. Daha yüksek sesle söyle!" Tüm bu insanlar neden beni izliyordu? İşleri güçleri yok muydu? Ayrıca bu küstah adamın bana karşı edindiği tavır hiç hoşuma gitmemişti. Benim de ondan altta kalır bir yanım yoktu. Olamazdı da!

"Neden bunu yapmak zorundayım? Ben suçsuz biri olarak 17 günümü o soğuk parmaklıkların ardında ölmemem için verilen azıcık yemekle geçirdim. Şimdi ne istiyorsunuz? Beni neden buraya getirdiniz?" Sesim artık o küstah adamın istediği tondaydı, arkadaki herkesin beni rahatlıkla duyduğunu anlayabiliyordum o şaşkın bakışlarından. O sırada amirle kısa bir göz teması kurduk. Bana tiksinir gibi bakıyordu. Bu bakışları beğenmeyip arkadaki kasaba halkına baktım. Tüm tanıdıklarım oradaydı... Ama onlar da bana amir gibi bakıyordu. Bu durum hoşuma gitmemişti. Tekrar bakışlarımı daha az rahatsız eden bakışlara, küstah adamın bakışlarına çevirdim.

Ay ParçasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin