Dans

121 24 30
                                    

Bir yıl önce o şehvet dolu salona adımımı atarken hayatımda bir şeylerin değişeceğini hissetmiştim. Şimdi aynı salona yeniden girecek ve tüm o şaşalı avizelere meydan okurcasına parlayacaktım. Topuklarımın çıkardığı o tok sesi dinleyerek salona girdiğimde o andan sonra duyabileceğim tek sesin kalp atışlarımdan öte gidemeyeceğini de anlamıştım. Yankı, tam karşımdaydı. Bir yıl önce ilk kez gözlerimizin buluştuğu o masada her şeyin başladığı yerdeydi. İsmini ilk seslendirdiği anda kulaklarımda yankılanmaya başlamıştı bile. Binlerce kez adını söylemek istemiştim. Bir anda etrafımı saran o duygudan mı yoksa parlak ışıklandırmalardan mı bilmem başımın döndüğünü hissetmiştim. Şimdi yine o his beni sarmalıyor ve her şeyin yeniden başladığını söylüyordu. Henüz beni görmese de ben onun huysuzca kravatını çekiştirmesini aşkla izliyordum. Hiç sevmezdi takımları, kravatları, süslü kol düğmelerini... Yine de çok yakışıyordu. İçimdeki bütün gece onu izleme dürtümü bastırmam gerekecekti. Saatine baktıktan sonra gözleri beni buldu. Gülümsemesi gülümsememdi. Yanıma gelmek için attığı her adım kalbime ulaşıyordu. Sarıldığında nefes almayı unutmuştum. Kokusuyla dinlendiriyordu. Kolları arasında yaşamımı sürdürebilirdim.

'Çok geç kaldın.'

İlk cümlesi bu oldu.

'Ben de seni özledim.' dedim sitemkarca. Başını eğip mahçupça gülümsedi. Bense hala olduğum yerde bir çift güzel söze susamışcasına bekliyordum. O ise konuşmadı. Elimden tutup beni balkona götürdü. Salona girdiğimizde gözlerin üstümde olması hoşuma gitse de içim hala benimle konuşmamasının kattığı sitemdeydi.

Bir anda içinde bulunduğumuz sessizliği bozup 'Dudakların...' dedi. Aldığı derin nefesine kokumun karışmış olmasını umud etmiştim.

'Gülümseyeceğin zaman dudaklarının üç saniyede yukarıya kıvrıldığını biliyor muydun?' İster istemez gülümsemiştim ama yine de kolay pes etmemek adına kendimi durdurmaya çalıştım.

'Ve her seferinde bu şekilde kendini durduruyorsun. Yapma. Senin gülümsemen benim kalp atışımdır. Seni ilk gördüğümde üstünde mavi bir elbise vardı. Su gibiydin Ahu. O an anladım ki ya hayatım olacaktın ya da güzelliğinle boğacak, canımı alacaktın. Sonra ismini söyledin ve elini uzattın. Hayatımı orada ince parmaklarının arasına bıraktım.'

İki elimi de avcuna aldı. Bana nazaran elleri o kadar büyüktü ki... Isınmıştım. Avucunun içindeki minicik ellerime yumuşacık bir öpücük bahşetti. Sesi içimi titretiyor duyduklarım yüreğimi okşuyordu. Konuşmak karşılık vermek istesem de büyülenmiş zihnim buna izin vermedi. Biraz durdu. Beni izledi.

'Sen ise naptın? Daha ilk buluşmamızda bana hödük dedin. Bu hiç kibar bir davranış değildi sevgilim.'

Gülmek benden bağımsızlaşmıştı artık. Ellerimi ellerinden kurtarıp şakayla omzuna vurdum.

'Çünkü beni yemeğe çıkaracağını söylediğinde bunun bir toplantı yemeği olacağını bilmiyordum.'

Bu sefer o güldü. Gülüşü ninni gibiydi. 'Söylemeliydim.' dedi. Başımla onu onaylamakla yetindim. 'Ama söyleseydim gelmeyecektin.' Yeniden onaylarcasına başımı salladım. 'Benim orda olmamın bir önemi yok ki.' Devam edecekken beni durdurdu. 'Yanlış.' dedi sakince. 'Senin varlığın benim için çok önemli.'

'Ama beni bıraktın.'

Tüm anın büyüsünü bozmuştum. Rüzgar hep mi vardı yoksa kelimelerimden bir fırtına mı doğdu bilmiyordum. Ellerinin ısısı yerini üşümeye bırakmıştı. 'Üzgünüm.' Diye mırıldanmaya çalıştım. Yine de son pişmanlık fayda etmiyordu işte. Geriye doğru birkaç adım attı ve sonunda bana sırtını tamamen döndü. En çok canımı bu yakıyordu. Bana arkasını dönebiliyor oluşu maffoluşumdu. Yine de ona kızamıyordum. Her şeyi maffetmiş daha sonra da çaresizce af beklemiştim.

DansWhere stories live. Discover now