Geçmişte yaşadıklarınız zihninizden asla çıkmaz. Unuttum deseniz bile her zaman bir yerlerdedir ve aklınıza gelince yine üzülürsünüz. Kaçış olmadığı gibi kurtuluş da yoktur. Bazen benzer şeyler yapmaya korkarsınız. Ben de aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum. Yine aylarca üzülmekten korkuyordum. Hayallerimin parça parça, tekrar ellerimden gitmesinden korkuyordum. Küçücük bir şeyden ne olabilir ki diye düşünsek bile aklımıza gelmeyecek sorunlar oluyordu.
Düşüncelerim hızlıca aklımdan geçerken Hui'ye baktım. Başımı sallayıp yanına oturdum. Neden bunu yaptığımı bilmiyordum. Sadece oturmak istemiştim.
Tam bir şey söyleyecekken O'nu durdurdum. "Sorun değil Hui. Herkesin derdi vardır. Herkesin bir dönem sinirleri bozuk olur. Sessiz kalabiliriz." Başını sallayıp arkasına yaslandı.
Bana bakıyordu. Ben ise göz göze gelmemek için yapabildiğim kadar başka yerlere bakıyordum. İki şişe su içmiştim.
"Gitsek iyi olur." Başımı sallayarak onayladım.
Birlikte kalktık ve çıkışa yöneldik.
"Of Kino. Aptal velet." Ellerini saçlarından geçirip dudaklarını yaladı.
Doğru ya ikisi birlikte gelmişti. Muhtemelen aynı arabayla gelmişlerdi.
"Ben bırakırım, atla." Anahtarımı sallayıp arabaya bindim. Peşimden gelip yanıma oturdu.
"Sana fazla yük oldum sanki." Gülüyordu. Ne düşündüğünü kestiremiyordum.
"Zaten canım sıkılıyor hep. Birisiyle bir şeyler yapmış oldum işte. Yani pek bir şey yapmadık aslında. Sadece oturduk. Çok su içtim birde senin yüzünden. Sabah zaten üç litre içmiştim. Neyse yararlı sonuçta." Çok konuştuğumu fark edince susup yoluma devam ettim.
Hoşlandığım erkek benim arabamdaydı, benim yanımdaydı, benimleydi yani nasıl heyecanlanmazdım ki.
"Evin nerede?" Cevap vermeyince sağıma baktım. Yok artık.
"Gerçekten uyumuş olmana inanamıyorum." Uyandıramazdım ki.
Evini bilmiyordum. Kino'nun numarası yoktu. Hui'nin telefonu zaten şifreliydi. Kendi evime götürebilirdim ama uyandırdıktan sonra anlamı kalmazdı zaten ki uyandıramazdım işte.
Aklıma gelen harika fikirle yolumu değiştirdim. Hep geldiğim bir yere gelmiştik. Kimsenin geçmediği, dağın tepesinde sessiz, yıldızlar sayesinde aydınlık, manzarası harika bir yerdi. Şehrin birazı buradan görünüyordu.
Isıtıcıyı biraz çalıştırdıktan sonra kapatıp arka koltuktan battaniyemi aldım. İkimizin koltuğunu da hafif arkaya yaslayıp battaniyeyi üstümüze örttüm.
Buraya bazen gelirdim ve battaniyeme sarılıp yatardım. Fazlasıyla rahatlatıyordu.
Neden Hui'den hoşlandığımı düşünüyordum ama cevap bulamıyordum. Henüz tanımıyordum bile. Karakteri hakkında fikrim yoktu. Çok etkilenmiştim. Özellikle çekim yaparken dibime girmişti ve bu durumdan kim etkilenmezdi cidden. Tanımak istiyordum. Ama ne diyecektim ki? Tanışmak istiyorum mu? Hayır. Hiçbir şey diyemezdim. Bahane uyduramazdım. Belki Kino ile yakın olursam tanırdım.
Belki de tanımamalıydım. Belki de tanımalıydım.
Düşüncelerimden sıkılıp ayakkabılarımı çıkardım ve bacaklarımı kendime çekip Hui'ye döndüm. Kalın dudakları pembeleşmiş ve şişmişti. Burnundan nefes alıyordu.
Biraz O'nu seyrettikten sonra gözlerimi kapattım.
O'na asla söyleyemeyeceğim bir şey varsa o da ondan hoşlandığımdı. En son bunu yaptığımda hiç iyi şeyler olmamıştı. Hem de hiç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hann *huijin
FanfictionKalbimin derinliklerinden. Seo Soojin & Hoe Taek. Biraz kendimden bir şeyler...