Kapkaranlık dar bir sokakta koşuyordum. Tek duyduğum ses kendi nefesimin sesiydi. Vücudumda ki adranalin oranı hat safaya yükselmiş olacak ki bir an titremeye başladım. Kalbim acımaya başlamıştı. Gözlerim akan terlerden buğulu görüyordu. Biraz durup dinlendim elimi duvara yasladım dizlerimi büktüm ve nefes almaya çalıştım daha sonra bu dar ve pis sokaktan çıkmak için koşmaya devam ettim. En sonunda bir ışık görünmüştü işte, kurtulacaktım! O ışığa doğru koşarken neden ve kimden kaçtığımı, kalbimin neden bu kadar acıdığını bilmiyordum bile. En sonunda karanlıktan çıktığımda mutlulukla dudaklarımı araladım sonra bir anda buğulu gözlerim üzerimde ki ve ellerimde ki kanlara kaydı. Ağlamaya ve haykırmaya başladım hatırlamıştım ne olduğunu, ben bir katildim! Meğerse iki saattir en büyük düşmanım olan kendimden kaçıyormuşum ve bu ışık benim kurtuluşum değil esaretimmiş. Haykırışlarım yükselirken sesimden daha kuvettli bir sesle yere düşmeye başladım, sesimi bastıran siren sesleri yaklaştıkça tükeniyordum ben bir katildim, ben onu öldürmüştüm, b-en sevdiğim insanı öldürmüştüm…
“Bay Park bir tepki verin lütfen çünkü sinirlenirsem işler iyi gitmeyecek!” Simsiyah küçük bir oda, tıpkı hayatım gibi beni delirten ve nefes almamı engelleyen, bunaltıcı ve gözlerimi kör eden simsiyah odanın yalnızca bir yerini aydınlatan ama aslında parlaklığı bu ucube yere yakışmayan bir lamba. Tıpkı onun gibi, tıpkı o ve ben gibi. Etrafımda ki adamlar bir yandan bana sorular soruyorlar bir yandan da kendi aralarında fısıldaşıyorlardı, tıpkı diğer insanlar gibi. Burada olmaman gerektiğini söyleyen yanım defolup gitmek istiyordu onun yanına ama oturduğum sandalyeye yapışmıştım sanki hareket edemiyordum. Ona ne yapmıştım ben! Bunu düşünürken bir yandan hala kanlı ellerime bakıyordum, konuşacak ve ya gidecek gücüm yoktu en sonunda yüzüme yediğim bir tokat darbesiyle az da olsa kendime geldim ve karşımda duran adamlara baktım. Bir anda içimden gülme isteği gelmişti ve ben kahkahalarım arasında söyledim
“Onu ben öldürdüm!” Hepsi yüzüme deliymişim gibi bakıyorlardı bende gülmemi kesmeye çalışarak yeniden konuştum. “ öldürmeseydim gidecekti, ama artık hareket dahi edemez.” Dudaklarımın piç bir halde kıvrıldığını hissediyordum. Şu an mutluydum çünkü o artık hiçbir yere gidemeyecekti o artık sesini dahi çıkarmadan yanımda kalabilecekti. Damarlarımda gezen heyecan kırıntıları yeniden gülmeme sebep olunca daha fazla konuşmama izin vermeden beni çıkardılar.
Bembeyaz bir oda 22 yıldır heves ettiğim gibi, yaşadığım pislik hayatın tam tersi olan beni sarmalayan bir oda. Sanki kaçacakmışım gibi bileklerimi tutsak eden kelepçeler ve damarımı delip içime işleyen serum. Gözlerimi tamamen açtığımda bir hastahane odasında olduğumu anladım. Peki neden insanların bulunmaktan nefret ettiği yer bu kadar güzel geliyor bana. Hayatım o kadar mı pislik olmuştuda bu ilaç ve kan kokulu yer bile bana cennet gibi görünüyordu. Yeniden ellerime baktım hala kanın izleri duruyordu. Gözümü açtığımı gören polis memurları leşlerin başına üşüşen yırtıcı kuşlar gibi gibi soluğu yanımda almışlardı. Beyaz önlük giyen bir doktorda yanlarına gelince memurlar olay hakkında soruşturmaya alınıp alınamayacağımı sordular doktor ise teleşla onları yanımdan uzaklaştırıp gizlice bir şeyler anlattı onlara ve polislerle birlikte gözden kayboldular.
Kaç zamandır burada kalıyordum bilmiyorum ama artık halim kalmamış gibi hissediyordum. Aldığım ilaçlar beni iyice sersemletmişti. Aynaya bakmam bile yasaktı ama biliyordum gözlerimin altı çoktan morarmış, yüzüm solmuş ve zayıflamıştım. Dudaklarım o kadar kuruydu ki ağzımı açmak istesem hemen yara oluyordu ve ellerim onlar hala kanlıydı. Artık bu hastanede aynıydı. Nasıl bir lanetse benimki nereye gitsem peşimden geliyor bulunduğum yeri çürütüyordu.