Zengin bir ailenin tek çocuğuydum. İtibarımızı zedeleyecek şeyler yapmamalıydım. İnsanların yanında zarifçe gülümsemeli, diyetler yaparak kilomu dengede tutmalı ve çevremi varlıklı ailelerin çocukları ile donatmalıydım.
Kendimi bildim bileli bu kurallara uyum sağlamak için uğraş vermiştim. Eh, pek de başarısız değildim.
Oturduğum bankta bacaklarımı sallamayı kesip bir şeyler anlattığına emin olduğum fakat asla dinlemediğim Taehyung'a baktım.
"Ne diyorsun Jiminie?" dedi heyecanla gülümseyerek. Tek kaşımı kaldırarak o'na baktım.
"Tanrım, beni yine mi dinlemiyordun?" bıkkınlıkla dudaklarını büzdü. Gözlerimi ondan çekerek okul bahçesinde dolandırdım ve mırıldandım.
"Söyleyecek misin?"
Tekrar heyecanla yerinde dikleşti ve hafifçe kollarıyla belimi sararak omzuma kafasını yasladı. Kafasını bana çevirdiğinde, o'nu tekrar ederek bakışlarımı yüzüne sabitledim.
"Arkadaşım Yugyeom'u biliyorsun. Bugün bir barda çalacak ve beni davet etti. Benimle gelirsin değil mi? Hm?"
Yalvaran bakışlarla bana bakıp çeneme sulu bir öpücük bıraktığında yüzümü buruşturarak işaret parmağımla alnından ittirdim.
"Hayır, eve gittiğim gibi uyumak istiyorum."Eve gidip yaralarımla ilgileneceğim ve muhtemelen acıdan uyuyamayacağım.
Belimdeki kollarının sıkılaşmasıyla acıyla kasıldım. Dişlerimi sıkarak o'na belli etmemek için çabaladım.
Saçlarını boynuma sürterek mırıldandı. "Jiminie, lütfen. O'nu yalnız bırakmak istemiyorum."
Bıkkınlıkla nefes vererek tek elimi saçlarına çıkararak onlarla oynamaya başladım. "Asla vazgeçmeyeceksin değil mi?"
Hızla kafasını omzumdan kaldırdığında ellerimi saçlarından çektim. Sırıtarak kafasını iki yana salladığında omuzlarım yenilginin verdiği hisle çökmüştü.
...
Duştan yeni çıkmıştım. Aynanın karşısında durmuş çıplak, yaralarla süslenmiş yapılı bedenime bakıyordum. İlk değildi. Babam ilk kez bedenimi yaralamıyordu, ilk kez acı çekmiyordum. Büyütmeyeliydim. Eğer büyütürsem daha kötüsünü yaşardım.
Bana bu öğretilmişti. Hayat acılarla doluydu ve biz sızlanmadan bununla başa çıkabilmeliydik. Babam hasta herifin tekiydi. Küçük yaşlarımdan beri bedenime yaralar bırakırdı. Bir şey yapmadığım hâlde beni cezalandırırdı ve güçlü olmak için acıya ihtiyaç olduğunu söylerdi.
Anneme gelirsek, o'nu pek tanımıyordum. Birlikte olduğumuz zamanlar kısıtlıydı. Aynı evin içinde olurduk, bana göz ucuyla dahi bakmazdı. Davetlere gittiğimizde gülümser ve ilgili anne rolüne bürünürdü. Babamın bana yaptıklarından haberdardı fakat umursadığını sanmıyordum. O'nun ilgilendiği tek şey dışarıdan verdiğimiz görüntüydü. İç kısmıyla ilgilenmezdi.
İşte mükemmel Park ailesi.
Kendi kendime kıkırdayarak gözlerimi aynadan çektim ve boxerımı giyerek yatağıma oturdum. Yaralarımla ilgilenmem gerekiyordu ama sırtımdakiler çoğunluktaydı ve ben oraya nasıl krem süreceğimi bilemiyordum.
Ben de boş verdim.
Belki babam yaralarımın iyileşmediğini gördüğünde bana acırdı, hm?
Gülerek yatağımdan kalktım ve yavaş hareketlerle bacaklarıma dar deri pantolonumu geçirdim. Üstüme beyaz bir tişört giyerek pantolonumun içine teptim. O'nun üstüne de kalçalarımı kapatmayan bir ceket geçirdiğimde telefonumu arka cebime atarak odamdan çıkmış merdivene ulaşmıştım. Saçlarıma dokunmamıştım. Islaklardı ve hava buz gibi olduğundan üşüyeceğimi biliyordum fakat umursamamıştım.