---
Jongin'in bir eli sımsıkı tutunmuştu siyah şemsiyesinin tahta sapına, Sehun ise tam karşısında, kendi siyah şemsiyesiyle dikiliyordu. Aradan ne kadar zaman geçmişti? Aylar belki, belki de haftalar. Günleri saymak kolay olmuyordu hangi geceye uyanıp hangi güneşin ışıklarına kadeh kaldırdığını bilmezken. Ama buradaydılar işte, Paris'te, yağmurun altında.
Ara verelimler ve bu ilişki yürümeyecekler çok sık konuşuluyordu son zamanlarda. Bir zamanlar dünyayı yakıp yutan alevlerden birkaç küçük yalaz kalmıştı yalnızca, aşkları ölüyordu. Bir ateş gibi canlı, yakıcı, kızışmış ve nefes alan aşkları sönmenin eşiğine gelmişti artık. Ara vermişlerdi. Kıyamamışlardı o cılız kıvılcımların üzerine suyu boca etmeye.
Ne olursa olsun, Paris küçük bir şehirdi. İşte şimdi yeniden birbirlerine çıkarmıştı Şanzelize caddesi onları, iki yıl önce de yaptığı gibi. Jongin huzursuzca kıpırdandı. Sehun'a eski sevgilisi bile diyemiyordu, çünkü aşklarının ateşi ufacık kalmış olsa da henüz sönmemişti. Kendi gözlerine bakan çakmak çakmak gözlerde görüyordu bunu.
Eyfel kulesinin önünde, her şeyin başladığı yerdeydiler. Paris o akşamüstü de yağmurluydu.
Kolay değildi. Medyanın gözünden saklanmak, yakın arkadaşlık adı altında çevirdikleri binbir türlü dolap, kapalı kapılar ardında birleşen dudaklar. Kimse kolay olacağını da söylememişti zaten, kolay değildi.
Jongin yine de, o akşamüstü Sehun'un, eski sevgilisi diyemediği gizli aşığının, gözlerine bakarken bundan daha fazlasını istemediğini düşündü. Sehun'un dudaklarından, kaçamak temasından, uykulu tebessümüne uyandığı sabahlardan fazlasını istemiyordu. Çünkü yanında Sehun oldukça, nerede olduklarının bir önemi yoktu.
Kaliteli deriden milyon dolarlık özel tasarım ayakkabıları su birikintilerinin içinde öylece ıslanıyordu. Sanki onlar sıradan ayakkabılar ve Sehun ve Jongin sıradan yirmili yaşlarda oğlanlardı.
Yağmur damlaları ölmek üzere olan ateşi yeniden harmanlarken, Jongin Sehun'a doğru bir adım attı.
Aynı giyinmiş sayılırlardı. Uzunca bir kaban, kareli kumaş pantolon, yumuşak kazaklar ve püsküllü atkılar, ellerinde deri eldivenleri, başlarında bereleri, kulaklarında bluetooth kulaklıklar. Meslek icabı olarak güzel görünmeleri gerekliydi elbette, özellikle de Paris'teyseler ve Moda Haftası kapının ucundaysa.
Yine de eksik kalmışlardı. Jongin'in teninde Sehun'un öpüşü, Sehun'un ellerinde Jongin'in ellerinin eksikliği bariz batıyordu gözlerine. Başka kimsenin göremeyeceği şeyleri görüyorlardı sükunet içinde bakışırken.
Bu ilişki nasıl gelmişti bu hale? Ne zaman girmişti aralarına mesafeler?
Aslında başından beridir böyleydi belki de. Kaçamak bakışlarla başlamış, kaçamak bakışlarla bitmek üzere olan bir ilişki. Mesafeler hep vardı çünkü; podyumda, dergi kapaklarında, stüdyoda, defilelerde. Elleri ellerinden hep birkaç santim uzak durur, kameraların önünde dokunmaya çekinirlerdi birbirlerine. Uzun uçak yolculukları ve geniş çaplı projelerle günlerce süren ayrılıklar, hep bir hasret kalış, bir doyamayış, yoğun da bir özlem.
Ama bir önemi kalmamıştı bunların artık Jongin için. Gününe koynunda başlayıp, koynunda bitirdiği Sehun'un eksikliği, dergi kapağında gördüğü Sehun'a hasretinden fazlaydı. Olmayacak gibiydi bu iş, yürütmeyi başaramamışlardı gizlilerle saklılarla. Yine de birbirlerini çok sevecek olsalar dünya onları yaşatmazdı. Herkesin gözlerinin önünde olup, birbirlerinin gözlerinden kaçmanın ironisiydi işte bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paris in the rain︰sekai
Fanfictionçünkü paris yağmurda ayrı bir güzel oluyordu. one shot, #lovewins