Yağmurun yüzüme vuran damlalarından kaçarken rüzgarın bana açtığı “Yağmurdan mı kaçıyorsun al sana” dermişçesine fırtınasına yakalandım. Şans denen şeyin 16 yıldır uğramadığı bir kız olarak bu günün şanslı geçireceğime inanmak ayrı bir hayal kırıklığı oluşturmuştu. Koşar adımlarla daha iki gün önce taşındığımız evimize doğru yürürken, yağmurun bana acıyan hafiflemesiyle koşar adımlarımı yürümeye çevirmiştim. Ne talihsiz bir gün diye düşünürken, bizim evin bahçesine girdim. Annem ve üvey babam kapıda konuşuyorlardı. Annem yine her zaman ki gibi “Neden bu yağmurda dışarıdasın?” dediğinde üvey babamın “kızı rahat bırak” demesi kulağımda yankılanıyordu. İki tarafı çiçeklerle kaplı bahçeyi geçip, kapının önünde duran annemin sağına geçtim. Annem bana döndüğünde ben gözlerimi üvey babam olan Hakan abiye çevirdim. Baba demek bana uzak bir kelimeydi. Öz babamın benden Baba kelimesini duymadan başkasına baba demek istemiyordum. Annem bana “Neredeydin?” bakışıyla gözlerimi hakan abiye çevirdiğimde çaresizliğimi anlamış olacak ki “kızı rahat bırak” demişti. Annem hakan abiye dönüp, “Sen bu kızı çok şımartıyorsun” dediğinde ben çoktan kendimi evin içerisine atmıştım. Ayaklarımı ayakkabı denen işkenceden koparıp, terliklere sarıldığımda ayaklarımın bayram ediyor oluşunu hissediyordum. Odama kaçıp, üzerimi değiştirdikten sonra üzerime geçirdiğim rahat eşofman takımlarıyla banyo ’ya geçtim. Elimi yıkarken aynaya yetişmeyen boyumla içimden sitem ettim. Taşındığımız ilk gün boyumdan ziyade aynanın daha yukarıya koyulmuş olma ihtimaliyle kendimi tatmin etsem de daha sonra anladım ki sorun aynada değil benim boyumdaymış. Her neyse... Aynada zar zor gördüğüm yüzüme avuç dolu suyu fırlattığımda uzun kaşlarımın birbirine karıştığını gördüm. En son ne zaman kuaföre gittim derken okulların tatil olduğunu ve benim tatillerde kendimi unutup rahatımı düşündüğüm geldi aklıma. Ela gözlerime kaydı gözlerim, uzun kirpiklerimin arasında çok güzel gözüküyorlardı. Gözlerim veya dudaklarım büyük değillerdi bu yüzden her zaman güzel bir kız denen yerde kendimi geri plana atardım. Gerçi benim güzel olup olmama bir şey değiştirmezdi. Ben ben olmaktan mutluydum. En azından mutlu olmaya çalışıyordum. Görünüş yerine fikirlere önem verdiğim bu 6 yıldır kendini bir mücadele arasında sürünürken bulduğum yalanını inkâr edilmez bir gerçekti. Aklıma deli deli düşünceler... Tabi bu benim annemin sözüydü ne zaman anneme parapsikoloji ile ilgili bir şey anlatsam veya konuşsam beni her zaman “Deli deli düşünme, ne gerek var bu düşüncelere? Git ders çalış!” derdi. Oysa ben ders çalışmaktansa kendimi bilimle karışmış bu denli olayların arasında bulurdum. Özellikle iki yıl önce duyduğum “Astral seyahat” dene ruhun bedenden geçici ayrılması ise beni benden alıyor, hayal ve gerçeklerin karıştığı bir dünyaya sürüklüyordu. Yaptığım çoğu deney kim bilir? Belki deneyimsiz veya bilgisizliğimden olacak başarısız olmuştum. Ama bir yıldır kendimi bu konuda elimden geldiğince motive ederken artık bir şeylerin olmasını diliyordum. Tabi herkesten gizli! Çünkü kim ile bu konu hakkında bir şeyler konuşsam beni ya “Saçma şey” diyerek yargılanıp, yada “Saçma şeyler” diye Demorize ederlerdi.
Aynada kendime çeki düzen verip oturma odasına geçtim. Televizyonda ki programlara bakarken, hakan abi içeri girmişti. Kendimi toparlayıp, uzandığım yerden doğruldum. Yanımda Duran tekli koltuğa kendisini atıp, “Neredeydin?” dediğinde annemin gelip gelmediğine baktım. Büyük olasılıkla mutfakta yemek yapıyordu.
“Bu gün 1 temmuz” dedim ben açıklamadan anlamasını isteyerek. Anlamıştı da. Yüzünde ki gülümseme yerini hüzne bırakmıştı.
“Hm” dedi diyecek bir şey bulamadığını anlamıştım. Çünkü her yıl tekrar tekrar olan şeylerdi bunlar. Sanki bir filim sahnesini defalarca izlemiş, replikleri ezberlemiş bir edayla...
“Anneme söyleme” dedim. Yüzünde ki hüzün merak etme dercesine gülümsemeye dönüştü. “Sorun yok! Ama bir daha dışarı çıkarken haber ver. Biliyorsun buraya yeni taşındık hiç bir yeri düzgün bilmiyoruz.” Dediğinde çoktan ayağa kalkmış cevabımdan kaçar gibi çıkmıştı odadan. Arkasından “hıhı” deyip televizyona döndüm. Hakan abi sayesinde sabah ki hüznüm yine içime oturmuştu. Oturduğum yerden ayağa kalkıp, odama geçtim. Önce kendimi yatağımın üzerine atıp, derin derin düşünürken aklıma babamın günlüğü geldi. Ayağa kalkıp, annemden gizlemek için sakladığım günlüğü eski eşya kutusundan çıkardım. Deri defterin üzerinde ki çıt çıtlı anahtarını açtım. İlk sarı sayfasını araladım. El yazısıyla yazdığı “Berkay’ın yaşam defteri” yazısına dokundum. Altına yazdığı “1991”tarihine baktım. Babam bunu yazarken 17 yaşındaymış. Yani benden 1 yaş büyükken. Babaannem anlatı babamı, Annem adını bile anmak istemez. Ne zaman “Babam?” Desem, kaçacak nokta arar dururdu. Oysa benim en doğal hakım değil miydi babamı öğrenmek? Şuan yaşıyor mu? Ölü mü? Derken içime saplanan “acaba?” sızısıyla kıvranır dururum. Babaannemin anlattığı kadarıyla babam bir sabah evden çıkıp gittikten sonra bir daha gören olmamış. Annem de çocukla ortada kaldığı günden beri babamdan nefret ediyor. Bu günlüğü Babaannem iki yıl önce verdi bana. Annem ona babamı sorduğum için bıkmış olacak ki beni iki yıl önce yaz tatilinden babaanneme gönderdi. O zaman öğrendim babamı, ilk o zaman gördüm babamı. Sonra öğrendim ki babam, her Temmuz’un 1inde atarmış kendisini aşıklar tepesine. Babaanneme sorduğum da “sevdiğini orada kaybetti” dedi. Daha da anlatmadı zaten sustu. Geçen sene gittim aşıklar tepesine bir Umut bana verdiği fotoğrafta ki uzun boylu adamı bulurum diye. Kim bilir baba diye sarılırdım belki koca gövdesine, bakardım geceyi andıran gözlerine. Ama gelmedi yada geldi de ben tanıyamadım. Birde bu gün gittim bir umut. Gelmedi...Defterin sayfalarını çevirdikçe bu güne kadar tanıyamadığım babamın ayrı bir özlediğini buluyordum.
Annemin içeriden gelen seslenmesiyle hemen defteri yastığımın altına yerleştirdim. Kapıyı açıp aşağıya annemin yanına indiğimde annem kapıda duruyordu.”Kızım karşı evde bir şeyler olmuş, hakanla bir bakıp geleceğiz" dediğinde gözlerim hakan abiye kaydı. Elinde ki acil sağlık çantası olduğuna göre kesin birine bir şey olmuştu. "Tamam" dedim onlar kapıdan çıkarken. Merdivenlerden yavaş yavaş inip Mutfağa geçtim. mutfak penceresinden annemlere baktım. Hakan abi önde anneme arkasında rüzgardan uçuşan pantolarını tutarak koşuşturuyorlardı karşıda ki eve. Hakan abi bir doktor olduğu için her gittiği yerde hoş karşılandığı gibi sürekli yardım istenen biriydi. yemek masasının üzerinde duran bir bardak portakal suyunu alıp oturma odasına geçtim. televziyon ünitesinin üzerinde duran saate gözüm takıldı. Saat 8 olmak üzereydi. derin bir nefes alıp, televziyonda ki dizilere baktım. Kanalları gezerek canım çok sıkılmıştı. Yeni taşındığımız için İnternette bağlatılmamıştı. kumanda da rastgele bastığım bir düğmeyle kumandayı kenara attım. Bu gün hiç açmadığını telefonumu cebimden çıkarıp, açma tuşuna bastım. Tek tek gelen bildirimlere bakıp,göz devirdim. Ne sıkıcı bir hayat bu diye geçirirken isimsiz kullanıldığım bir uygulamadan gelen mesaja tıkladım. "Merhaba" yazmıştı "Astral" isimli bir kişi. Profilinde ki resime bastığım da astral seyahat yapmaya çalışan bir adamın ruhunun çıkış anını resmedilmişti. Büyük ihtimalle paylaştığım astral seyahat ile ilgili sözlerden, yazılardan ve deneyimlerden etkilenip yazmıştır diye düşünüp "Merhaba "yazdım. Bu uygulamada kendime yakın o kadar insanla tanışıyordum ki bir yerlere benim gibi birileri olduğunu bilmek etrafımda ki insanların bana garipseyici bakışlarını es geçememe daha da yardımcı oluyordu. Uygulamadan çıktıktan sonra televziyona baktım. Demin rastgele bastığım tuşun açtığı kanalda ki filime takıldım. Eski zamanlarda çekilmiş olduğu kullanılan efeklerden beli oluyordu. Gözlerimle izlediğim nostalji görüntünün kokusunu alabiliyordum. Ekranda ki siyah çarşaf giyen kadın yolda koşarken ki grimsi eski efeğin arada gösterdiği siyah çizgilerle adeta 1940lara beni alıp alıp götürüyordu. Kendimi bir an ekranda koşan kadın yerine koydum. Arkam'dan gelen baykuş ve insanların karşımı gibi çıkan seslerden kaçarken kendimi bir evin avlusunda buldum. Kadınlar bir yere toplanmış, önlerinde ki dört taşın üzerine koydukları kazanın içinde ki pilavı karıştırıyorlardı. Kimileri ise bir lehenin içine koydukları kıyafetleri eziyor, tellerin üzerine astıktan sonra tokmaklarla vuruyorlardı. Avluya birden giren beni görünce hepsi olduğu yerde donmuş bana bakıyorlardı. Hepsinin üzerinde ki korku ifadesi benim onlara yaptığım "Arkamdalar" işaretiyle yani arkamı doğru gösterdiğim elimle ki bu burada "Onlar geliyor" demekti. Hepsi yüzlerinde ki korku ifadesiyle telaşı harman edip evlerine doğru koştular. Tam o sırada Arkam'dan bir elini siyah çarşafıma dolayıp beni geriye doğru çektiğinde kendimi bir deprem süresinde Çin'de bulunan yaylı sistemli evlerdeymiş gibi hissedip bir sağa bir sola gidip geliyordum. Gözlerime anlık takılan siyah, kırmızı görüntünün bir korku filminde bulunan şeytani varlığın yansıması olduğunu anlayınca kendimi geri atıp kumandayla başka bir kanalda buldum kendimi. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Bu kadar korku yeter derken filmin devamını merak eden tarafım daha ağır basmıştı.kumandayı elime alıp, tekrardan aynı kanala döndüğüm de demin ki nostalji esintili siyah girimsi filim yerine şen şakrak gülen adamların olduğu komedi filminde buldum kendimi. Nasıl olur derken tekrar tekrar değiştirdiğim kanallarda bulamamıştım filmi. Olduğum yerde kendimi tekrardan kanapenin üzerine attım. Telefonumu elime alıp izlediğim kanalın yayın akışına baktım. Komedi filmi gösteriyordu. Nasıl olur derken telefonuma gelen bir bildirimle gözlerim bildirim paneline kaydı. Demin bana yazan Astral "93. kanla bas"yazmasıyla oturduğum yerden sıcradım. Kumandayı elime alıp 93. Kanala bastığım da karşımda duran nostalji filmini gördüm. Aklım başımdan çıkacak gibi olmuştu. Nasıl olurdu bu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Astral Yolculuğum
Teen FictionYıllarca merak ve özlemin birleşmesiyle anladımki imkansız denen şeyin olmadığını. Kendimi içinde bulduğum bir yolculuğun bu denli korku ve heyecanı doğurması beni benden aldığı gibi kitabımın dili, hayatımın mürekkebi olsun!