"Afife.. Birşey söyle lütfen. Ne oldu? Neden ağlıyorsun?"
"Bilmem" dedim."Ağlıyorum işte... İnsan bazen ağlamaz mı geçmişine?"
***
'Keşke'... Ne garip bir kelime. Bir yerde okumuştum. Keşkeyi şöyle tanımlıyordu. Yaşanması mümkünken yaşanamayan mutluluk...
Benim keşkem çoktu. Zamanında çok fazla kullanmıştım bu kelimeyi. O melun gün... O gün hiç kullanmadığım kadar keşke demiştim. Keşke o gün okula gitmeseydim, keşke Can'ın böyle bir şerefsizlik yapabileceğini önceden tahmin edebilseydim, keşke o polis kılıklı adamlara güvenmeseydim, keşke, keşke, keşke... Ama olmuştu işte, olanla ölene bir çare yoktu.
Geriye ne mi kalmıştı?
Yaralı bir beden, yaralı bir ruh ve yaralı bir kalp...
O günün akşamı, hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Ben artık eskisi gibi değildim. Eskisi gibi egoist, kibirli, kendini bir şey sanan Ada değildim artık. Doğru duydunuz... Okulumda kendi adımı hiç kullanmazdım. Ada diye bilirdi beni arkadaşlarım, ahh arkadaşlarım dedim değil mi? Kusuruma bakmayın, arkadaş sandığım insanlar...
Müslüman olmadan önce çok farklı bir hayatım vardı. Güzel biriydim, yani en azından aldığım iltifatlar bu yöndeydi. Ha birde zengindim. Tabi bu ikisi olunca okulda popüler olmam kaçınılmazdı. Ama ne popülerlik... Dıştan mükemmel birşey gibi gözüken ama içi bomboş...
Babam ve annem ben beş yaşındayken vefat etmiş ve bize amcam bakmıştı. Benim kahramanımdı o, kurtarıcı meleğimdi. Belki karakteri gereği çatık kaşlı bir adam olabilirdi ama bana karşı şefkatin en koyu tonunu taşıyordu. Ta ki ben müslüman olana kadar. Sonrasında ise âdeta bir canavara dönüşmüş ve benliğime saldırmıştı. Gerisi de belliydi zaten. Hapse girmişti..
Can ise lisede sınıf arkadaşımdı. Bana ilk gördüğü andan itibaren özel ilgi göstermiş, peşimden ayrılmamıştı. Üniversitede de böyleydi. Defalarca bana aşık olduğunu söylemiş, çoğu kez abimden dayak yemişti.
Umursamıyordum... Hiç umursamamıştım... Ama keşke umursasaydım. Belki o zaman yapacaklarını bir süre önceden ön görebilir, tedbirimi alabilirdim.
Olmadı...
Kaçırıldım ve istemediğim bir sürü şeye şahit oldum. Sonrası ise derin yaralar ve iç sancıları... Can öldürülmüştü. Gözlerimin önünde vurulmuştu. O an psikolojim o kadar berbat bir haldeydi ki, karşımda olan olayları kavrayamıyordum. Ama ben onun kalbinden vuruluşunu ve yere düşüşünü kendi gözlerimle görmüştüm. Sonrası ise saf bir karanlıktı. İyi biri değildim ben, kibirli, gururunu her şeyden önce tutan biriydim ama o günden sonra kibrimden ve gururumdan zerre kalmamıştı.
Ruh halim çok kötüydü.
Bu süreçte bana yardımcı olan tek kişi Zeynep'di. Ona yaptığım onca şeye rağmen yardımlarını eksik etmemiş, bana bir anne sıcaklığıyla yaklaşmıştı ve ben birkaç gün sonra müslüman olmuştum.
İyiydim, mutluydum.
Ta ki Can'ı tekrar görene kadar... Belki bir sanrıydı benimkisi tam bilmiyorum. Hayal da görmüş olabilirdim ama o günden sonra biraz iyileşmiş olan yaralarım tekrar kanamaya, canımı yakmaya başladı. Kimseye söylemedim, söyleyemezdim. Onu hayal de olsa görmek benim için büyük bir tramva sebebiyken başka birine tekrar içimi açabileceğimi zannetmiyordum.
Başta size dedim ya dostlarım, benim 'keşkem' çoktu. Ve şimdi yeni bir keşkeye mahâl vermemek için bir kafedeydim. Önüme konmuş olan sıcak çayın yanındaki şekerleri kağıdından çıkarıp içine attım. Buharı tütüyor, kokusunu etrafa yayıyordu. Hafifçe gülümsedim. Aslında Allah'a şükür için o kadar çok sebep vardı ki önümde, mesela şu an iyiydim, sağlıklıydım, abim yanımdaydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYIN ALTINDAKİ GÜZELLİK
Ficção AdolescenteGüneş ortalığı olanca hızıyla kavururken daldığım düşünceler sonu olamayan bir girdap gibi beni içine çekiyor, nefes almamı engelliyordu. Canımı yakan herşey sanki şu anı beklemiş gibi üstüme üstüme gelirken istediğim tek şey şu ruh halinden bir an...