İÇİMDEKİ GÖKYÜZÜ

13 4 0
                                    

                 

  Kocaman bir şehir, sayılamayacak kadar çok bina... Kötülükle yapılmış parayla sıvanmış acımasız kalplerin yaşadığı, her gün yenilerinin eklendiği ,insanlıktan bir hayli uzaklaşmış bu insan topluluğunun arasından yaşama tutunmaya çalışan, karanlığın içinden sönük bir ışık gibi parıldayan, kirlenmemiş bir yüreğe sahip bir çocuk. 

  Adaletsiz yerlerde - her yer- görebileceğiniz gibi burada da fakir hep aç kalırken zengin her daim tok olur, güçlüler iktidarı elinde tutarken güçsüzlerin de insan olduğunu unutarak onları hiçbir suçu yokken ezerken, parası olanın itibar gördüğü olmayanın ise bir hiçmiş gibi umursanmadığı bu yerlerde yanlış yerde ve zamanda - ve dünyada - dünyaya gelmiş şansız bir minikti o.
Toplumun hor gördüğü yoksul halk, sanki fakirlik onlara da bulaşabilirmiş gibi şehrin dışına doğru, kendilerinden uzağa itilmiş ve bir köşede unutulmuştu. İşte bu eski yerleşim yerinde dip dibe sıralanmış derme çatma evlerin arasında kendi gibi ufak tefek odasında tek başına oyunlar oynardı. Odası onun her şeyiydi. Ne zaman sıkılsa soluğu burada alır, hayali arkadaşlarıyla burada oyun oynar, kahkahalara boğulur, bazen de acısını derdini bu sıkıcı duvarlara anlatırdı.
Hafta içi okuluna gider hafta sonları ise odasına kapanır başlardı oyuna: birkaç parçadan ibaret olan kıyafetlerini tuhaf şekillerde giyer kah köyünü barbarlardan kurtarmak isteyen bir şovalye kah değerli kuşu için canını ejderhaya vermeye hazır olan bir yiğit olurdu. Telleri gevşemiş, üstüne oturduğunda gıcır gıcır ses çıkaran yatağında zıplar Ay'da yürüyüş yapar, uzay gemisiyle dünyaya inmek için kullandığı "yumuşak iniş merkezi" diye adlandırdığı yerde iniş denemeleri yapardı. Yatağı çok ses çıkardığı için bu oyunları fazla oynayamazdı. O zamanlarda da birkaç kuruş olan harçlığını yemez içmez biriktirir en ucuzundan kendine boya kalemleri ve kağıt alırdı. Yere otururdu başlardı resim çizmeye. Televizyonda gördüğü ismini bilmediği cisimleri çizer ne işe yaradığını bulmaya çalışırdı ya da kuşunun resimlerini çizer hayali arkadaşlarının oylamasına sunardı. Kırmızı mı daha çok yakışmış yoksa mavi mi ?Oylama sonucunda kazanan güzel resmi duvarlara asardı. Öyle ki odasındaki duvarda tek çıplak bir yer bile kalmamıştı. Ama en sevdiği aktivite pencereyi seyretmekti. Hayır, yanlış anlamayın şehrin iğrenç görüntüsünü seyretmezdi. Bu korkunç görüntüden kurtulmak için kendince bir çözüm yolu üretmişti: Kalın siyah mukavvanın üstüne küçük küçük delikler açmıştı ve bunu pencerenin üstüne yapıştırmıştı. Işık vurduğunda gündüz olmasına rağmen gökyüzünü görebiliyordu. Gerçi yıldızları sadece gündüzleri görebiliyordu. Akşam ise anlamadığı bir şekilde yıldızları göremiyordu. Ne kadar bakarsa baksın sadece Ay'ı görüyordu. Bu duruma çok üzülürdü hatta "Yıldızlarımı çaldılar" diye ağladığı geceler olmuştur.


Sadece kuşuna anlattığı büyük bir sırrı vardı. Hastaydı hem de çok ve ilaca ihtiyacı vardı. Ama ablasına zor duruma sokmamak için kimseye bir şey söylemiyordu. Fazla paraları yoktu. İlaçlarını alabilmek için çok çalışacaklardı ve hepsi zayıf değersiz bir çocuk için. Niye uğraşsınlar ki? Ben kimim ki? Onların sevgisini ve ilgisini hak etmiyorum.Hak etseydim zaten bir ihtiyacım olup olmadığını sorarlardı ,neden öksürdüğümü sorarlardı. Neden hiç arkadaşımın olmadığını, zorbalarla nasıl başa çıkmaya çalıştığımı param olmadığı için hep aşağılandığımı ,veli toplantısına annem olmadığı için ablamın gitmesini ve onu öğrenci sanmalarını...bütün bunların hepsini atlatabildiğimi mi sanıyorlar? Ah zavallı ablam! Seni suçlamıyorum. Dünyanın adaletsizliğini suçluyorum. Bu hayatı biz seçmedik ama yaşamaya mahkum tutulduk. Elimizde olmayan nedenlerden dolayı suçlandık, aşağılandık, tiksintiyle bakıldık. Keşke seni kurtarabilseydim. Küçük yaşta evlendirilmene karşı çıksaydım. O zaman hayatın böyle olmazdı: yüzüğü onun kelepçesiydi. Kalbi imha edilmiş, vücudu kocasına satılmış, elleri mutfağa verilmişti ama aklı ise yaşayamadığı gençliğindeydi.

İçimdeki GökyüzüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin