Dong Woo'yu kollarından çekiştirirlerken o buna karşı çıkmıyordu. Ji Yun onları görüp koşarak yanlarına geldiğinde biri onu yere itti. Dong Woo kötü görünüyordu. Ji Yun da oldukça tedirgin olmuştu. Hemen ayağa kalktı ama o kalkana kadar Dong Woo'yu arabaya bindirmiş, götürmüşlerdi. Dong Woo'nun ona Sung Gyu'ya haber vermesini söylediğini duyabilmişti sadece. Şu an hiçbir şey düşünemiyordu. Kendini kaldırıma bıraktığında başını elleri arasına aldı.
Korku muydu içindeki? Yoksa çaresizlik mi? Hayatında en çok değer verdiği kişi oydu. Belki kötü bir şey olmazdı ama onu öylece kaybetmek istemiyordu. Bu düşünceyle ayağa kalktı ve korkarak Sung Gyu'nun evine gitti.
Kapıyı çalarken çekiniyordu. Her ne kadar abisiyle araları iyi olsa da Sung Gyu grup lideri olduğu için onunla pek fazla samimi değillerdi. Kapıyı açtığında onu karşısında görünce şaşırmıştı.
"Ji Yun, sen miydin? Ben de çocuklardan biri sandım."
"Ah.. Sung Gyu-hyung... Bana yardım et lütfen."
Sung Gyu onu öyle görünce ne yapacağını şaşırmış içeriye girmesi için ona yardım etmişti. Odasına geçerken annesi olanları görmüş merakla yerinden kalkmıştı. Sung Gyu ona gelmemesini söyleyerek odasına götürdü Ji Yun'u. Ağlamaya başlamıştı bile.
"Ne oldu, neyin var?" Sung Gyu daha fazla beklemeden söze girişti.
"Abim.. Onu aldılar. Ne yapacağımı bilmiyorum gerçekten hiçbir şey bilmiyorum." dedi. Hıçkırmamak için kendini zorluyordu.
"Ne, nasıl? Kim, ne ister ki?"
"Babam..." dedi ve daha sonra göz yaşlarıyla birlikte hıçkırmaya başladı. Sung Gyu'nun sinirlendiği belliydi.
"Bak şimdi ben diğerleriyle konuşacağım. Sen burada kal, az sonra seni almaya gelirler. Sizin eve gidersiniz. Ben de nerede olabileceğine bakacağım. Güçlü kalmaya çalış."
Sung Gyu bunları söyledikten sonra ayakkabılarını giyip ceketini aldı. Annesi yanına geldiğinde ona olanları üstünkörü anlattıktan sonra çıktı. Ji Yun'un yanına geldiğinde onlara olanları biliyordu. Geçmişte neler yaşadıklarını. Sung Gyu ve Dong Woo çok yakınlardı çünkü. Hanım efendi Ji Yun için su getirdikten sonra kapı çaldı. Gelenler Woo Hyun ve Sung Jong'du. Ji Yun'la birlikte çıkarlarken Sung Gyu'nun annesi kalması için ısrar ettiyse de eve gitmek onun için de iyi olacaktı.
Eve vardıklarında diğerlerinin de orada olduğunu gördüler. Myung Soo da dahildi.
Hepsi içeriye girdiler. Ji Yun dizlerini karnına çekmiş duvara yaslanmıştı. Belki telefon çalar da Sung Gyu'dan haber gelir diye telefonunu yanından hiç ayırmadı. Öğlene doğru Sung Yeol ve Sung Jong yemek almak için ayrıldıklarında Hoya ve Woo Hyun da hava almak için dışarı çıktılar. Myung Soo Ji Yun'un tam karşısında oturuyordu.
"Kendini çok üzüyorsun. Eminim kötü bir şey yoktur. Göreceksin."
Ji Yun'un ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Ona bakmayarak elleriyle oynamaya başladı.
"Anlayamazsın ki... O benim en değer verdiğim kişi. Bilmiyorsun, ona bir şey olursa..."
Daha fazla konuşamadı. Babasının nasıl böyle biri olduğuna inanamayarak başını elleri arasına gömdü. Sessizce ağlarken Myung Soo onu izlemekte yetindi. Ama onun içinde de fırtınalar kopmuyor değildi. Ona sarılmak istiyordu, teselli etmek istiyordu. Ama yapamıyordu. Onu ağlarken görmeye dayanamazken sanki aralarında bir engel varmışçasına ondan uzak duruyordu.
Az sonra diğerleri de geldi. Aldıkları her şeyi oturdukları yerin ortasına koydular. Hiçbiri onları açmaya yeltenmeyince Sung Jong işe el attı.
"İçimizden biri mi öldü? Hadi, o kadar kötü olamaz. Bir şeyler yeyin, hadi."
Diğerlerini ikna etmiş olsa da Ji Yun hala oralı değildi. Onun yanına gidip bir şeyler söyledikten sonra da sustular. Kimse bir şey söylemedi. Yemeklerini yedikten sonra kimse konuşmadı. Saat 3'ü geçmişti. En sonunda Sung Gyu aradığında telefonu açan Hoya oldu.
Dong Woo'nun nerede olduğunu bulabilmişti ama onunla görüşemiyordu. En azından iyi olduğunu belirttikten sonra kapattı. Diğerleri rahatladıktan sonra Ji Yun da biraz kendine gelmişti. Hava kararırken diğerleri yavaş yavaş evlerine ayrıldılar. Myung Soo ve Sung Jong bu gece onun yanında kalacaklarını söylediğinde Ji Yun hiçbir şey söyleyememişti. Hepsi gittikten sonra etrafı düzenleyip içerisi havalansın diye pencereleri açtılar. Ji Yun da kalkıp üzerini değiştirip rahat bir şeyler giymişti. Myung Soo ve Sung Jong yanlarına bir şey almadıkları için gitmek için izin aldılar. Ji Yun sorun olmayacağını söyledikten sonra dışarı çıktılar. Onlar çıkarken karşılarında Ji Yun'un annesini gördüler. Kadın onları görünce sinirlenmişti. Onlara çekilmelerini söyledikten sonra içeriye girdi.
Gireli çok olmamıştı ki içerdeki bağırışları duyuldu.
"Demek öyle ha! Sizi acizler! Nereye kadar kaçabilirsiniz ki? O kadar iyi bir hayat sunmuşken size, siz kalkıp bu çöplüğe mi geliyorsunuz?"
"Burası çöplük değil. Tercihlerimize öyle yaklaşamazsın. Neden geldin, beni de almak için mi? O koca evde sıkıldın değil mi? Tartışacak, bağıracak kimsen olmadığı için. Haberin olsun, abim gelmeden ben burdan bir yere ayrılmıyorum!"
Ve ardından yüzüne şiddetle çarpan tokadı hissetti Ji Yun. Sung Jon'la Myung Soo onları izlerken Ji Yun'un yanına gelmişlerdi hemen. Gözlerinden yaşlar damlıyordu.
"Tek yapabildiğin bu değil mi?" Myung Soo'nun elini itti ve annesinin yüzüne daha da yaklaştı.
"Zorda kaldığında sadece vuruyorsun değil mi! Ne yapacaksın? Sen de babam olacak o adam da... İkiniz de koca ödleklersiniz. Çocuklarından korkan iki ödlek!"
Bir defa daha vurmak için elini kaldırdığında Ji Yun onu tutmuştu. Tabii bu sırada etrafındaki adamlar ona müdahale etmeye kalkıştılar. Ama kadın izin vermedi. Onun yerine Ji Yun'un kulağına eğildi ve şunları söyledi.
"Şansını çok zorluyorsun bence, eğer şimdi gelmezsen abine neler olacağını az çok tahmin ediyorsundur."
Bu söylediklerinden sonra içindeki korku daha da büyümüştü. Kendini bırakacak gibi oldu ama Sung Jong'la Myung Soo yardım ettiler. Yapılacak tek şey onun söylediklerini dinlemekti. Onun arkasından giderken diğer ikisi ne yapacağını şaşırmıştı. Arabaya binerken annesinin suratında oluşan gülümseme yüzünden bir defa daha tiksindiğini hatırladı. Birlikte Dong Woo'nun olduğu yere giderlerken Myung Soo kendine lanet okuyordu. Onu bıraktığı için...
7. Bölüm Sonu! ^^