Üç gün süren durmaksızın bana verilen ilaçlar yüzünden ayağa bile kalkamamıştım. Bugün şu uzman psikolog gelecek diye ilacın dozunu azalttılar ve bana ayağa kalkma fırsatını tanıdılar. Ne aktivite ama! Sabah uyanır uyanmaz lavaboya ilerledim. Lavabo dediğim yer kocaman bir odanın içinde saçma bölmelerle ayrılmıştı. İlk bakıldığında temiz ve işine uygun görülen bu yer asla işini karşılamıyordu. Çoğu sifon çalışmıyor, bazı çeşmelerin suyu sürekli damlıyordu. O damlatan çeşmelerden damlayan suyun ritmi beynime öyle işlemişti ki odadan bile sesi duyuyor gibi hissediyordum. Oysa oda ve lavabo arasındaki mesafe oldukça fazlaydı. Bir insan burada nasıl yaşardı? Hızlıca tuvalete girdim. Lavaboda ellerimi ve kollarımı bol sabunla yıkadım. Duş için belirlenen günler vardı ve bu günler yalnızca çarşamba ve cumaydı. Bugün salıydı. Saçlarımı artık kopmaya yüz tutmuş siyah tokayla tepeden topladım. Daha sonra da bol suyla yüzümü yıkadım. Avucuma su doldurup boynumdaki terleri yıkamaya çalıştım. Aynadaki görüntüme bir kez daha takıldı gözlerim. Göz kapaklarım şişmiş ve morarmıştı. Gözlerimi yavaşça kapattım. Buradan kurtulacağım, buna inanmak zorundayım. Gözlerimi açıp aynadaki yansımama bir kez daha baktım. Duvaklı görüntüme.
Hafızamda hatırlamamak için unutmaya çalıştığım onlarca anı gözümün önüne hücum etti. ''Annecim, iyi misin?'' Değildim. O an hiç iyi değildim. Görüntüler gözümün önünde biçim değiştiriyor, her bir görüntü aklımda teker teker anlam kazanıyordu.
- Herkesi öldürdün!
Susmayan seslerim vardı sakladığım. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki biri benim canımı almalıydı.
Hızlı adımlarla lavabodan çıktım. Odama ilerledim ve üstüm değiştirmek için kıyafet seçtim. Siyah bir tayt, bol gri bir kazak ve uzun havlu çorapları üzerime geçirdim. Kendimi yatağa bıraktım. Karnımın guruldamasıyla açlığımın arttığını fark ettim. Yatağın yanındaki komodinin çekmecesindeki saati elime aldım. 12:30. Öğle yemeğine yarım saat vardı. Uyku düzenim tamamen mahvolmuştu. Eski düzenimi özlüyordum. Hemşireler ilaç vermeye her geldiklerinde tekrar tekrar buraya alışmam gerektiğini söylüyorlardı. Belki de haklıydılar.
Buraya ilk geldiğimde o kadar ağlamıştım ki beni odama kitlemek zorunda kalmışlardı. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Yalnızca kapının ardındaki annem beni buradan alsın diye ona bağırıyor ve yalvarıyordum. 2 saate yakın ağlamıştım. Durmadan kapıya vuruyordum. Tam delirme noktamda içeri birkaç hemşire girdi ve beni yatağa yatırıp bana iğne yaptılar. Ne enjekte ettiklerini bilmiyordum ama 15 saniye bile sürmeden uyuyakalmıştım. Uyanınca kendimi hiç düşünmediğim bir konumda bulmuştum. Sol elim bileğimden yatak başlığına kelepçelenmişti ve kapım kapalıydı. Biri bana yardıma gelsin diye bağırmak istedim. Ama sesim çıkmadı. O kadar ağlamıştım ki sesim kısılmıştı. Odayı incelemeye başladım. Yatak, dolap ve masadan ibaretti. Her bir eşya ya beyaz ya da kumtaşı rengindeydi. Oda insanı delirtecek düzeyde sakindi. Ses çıkmıyordu. Ne odadan ne de dışarıdan ses geliyordu. O kadar şaşırmıştım ki ağlamamak için dudaklarımı ısırıyordum. Beni kontrole gelen hemşireler cama benziyordu. Öylesine şeffaflar ki her nefes alışlarında ciğerlerine dolan havayı görmek mümkündü. Her gelen hemşire buraya alışmam gerektiğini söylüyordu. Odada bir şey yapamazdınız. Sadece nefes alınabilecek bir odaydı. Ve başkalarının nefesini duyabileceğiniz bir oda.
13:00. Öğle yemeği vakti. Odaya sarı saçlı hemşire girdi. Sarı saçları doğal rengindeydi ve cilt tonu bile sarıya yakındı. ''Limon kadın.'' dedim mırıldanarak. Hemen bana döndü. ''Bir şey mi dedin?'' Aynı zamanda elindeki tepsiyi masaya bıraktı ve masayı bana yaklaştırdı. ''Hayır.'' dedim sessizce. ''Saat 19:00'da beklenen psikolog gelecek. O saatlerde uyuyakalma. Afiyet olsun.'' dedi ve odadan ayrıldı. Kapı açık kalmıştı. Hızlıca yemeği yemeye başladım. Üç gündür o kadar az yemek yemiştim ki bedenim zayıf düşmüştü. Yemek bitince tepsiyi ben yemekhanede çalışan hanımefendiye götürdüm. Boyalı kızıl saçlı bir kadındı. Daima gülümserdi bu delilerin içinde. Zaten bu delilerin çoğu da gülüyordu. ''Odandan alınırdı ama sağ ol güzelim.'' Gülümsemeye çalıştım ama dudaklarım kıpırdamıyor gibiydi. Koridorda yürümek istiyordum ama buradaki insanlar beni çıldırtıyordu.
Deli olduğuma inanmıyordum. Düşünebiliyordum. Her şeyden önce nefes alabiliyordum, ben bir insandım. Çöpmüşüm gibi buraya tıkılmış kalmıştım. Bütün iyi insanlar delidir. Ben bu sözle büyümüştüm. İyi biri olmaya çabalardım, ama deli değildim.
Oda. 3 gündür burada nefes alıyordum. Sessizdi, acımasızdı.
19:00. Psikolog geldi. Yanında yine hemşireler. Psikolog Kütük yatağımın karşısına bir sandalye yerleştirdi ve oturdu. Yanındakiler asistan mıydı?
''Merhaba Ilgın. Nasılsın?''
Yorgun, bitkin, olabildiğince ölü ve deli. ''Bilmiyorum.''
''O halde şuan bir şeye ihtiyacın var mı onu soralım sana.''
''Acil bir duşa ve eski kıyafetlerime ihtiyacım var. Buradan da çıkmak istiyorum.'' Ben isteklerimi sıralamaya başlar başlamaz kumral hemşire elindeki sekreterliğe yazı yazmaya başladı.
''Kaç gündür buradasın biliyor musun?''
''3.''
''Bilmiyorsun. Tam 5 gündür buradasın Ilgın. Şimdi bana o geceyi anlatır mısın? Aklında kalanlar, benzetmeler, fiziksel ve ruhsal halin. Her şeyi duymalıyım ki sana yardımcı olabileyim.''
''Bakın benim onunla görüşmem gerek.''
- Onu öldürdün.
Duyduğum sesle nevrim döndü. Ellerimin işaret parmaklarını kulağıma götürdüm ve kaşır gibi yapıp kulağıma bastırdım. İyi olduğuma ikna olmalıydı.
''Önce anlat Ilgın. Her şeyi. Seni dinliyorum. Tanışma hikayenizden başlayarak bu ana doğru bir süreci anlat bize.''
Anlatma Ilgın. Sakın yaşananları, düşündüklerini anlatma. Onlar senin iyiliğini düşünmüyor, anlatırsan dışarı çıkamazsın.
''Onu ittim.''
...
Selam.
Oy vererek ve yorum yaparak yeni bölümün gelmesini hızlandırabilirsiniz. Fikirlerinizi benimle paylaşın. Sizi seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFES
Teen Fiction''Bütün iyi insanlar delidir.'' derdi Lewis Carroll. Hep iyi olmaya çabaladım. Onu gerçek benliğimle, uçurumla, başbaşa bıraktım. Ama deli değildim. Herkes gibi nefes alıyordum. Balona benzer ciğerlerim kasılıp gevşiyor, bana nefes vadediyordu. Ama...