"Nefesim benim astımımdı,
Astımımsa nefesimdi.
Nefesim beni astım etmişti,
Astımımsa beni nefesim..."
Nefesimin yetebildiği kadar koşmaya devam ediyordum. Aldığım her nefes bana ölüme ne kadar yaklaştığımı söylüyordu. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur ise yaşamama engel oluyordu. Koşuyordum ama sonu olup olmadığını bilmediğim bir yola koşuyordum. Yanımdan hızla geçen insanlar şemsiyesiyle nefes alıyordu. Bense bensizliğimde kaybolduğum zamanlardan nefes alıyordum ve kendi bensizliğimden her nefes alışımda astım oluyordum. Nefes aldığım her an beni astım yapıyordu. Benim nefesim beni istemiyordu. Benim nefesim beni haketmiyordu. Hak etmediğim bir şeyi zorla almam beni astım yapmıştı. Benimse güç aldığım tek bir şey vardı. Nefesim benim astımımdı, astımımsa nefesimdi. Nefesim beni astım etmişti, astımımsa beni nefesim.
Saatlerdir durmadan koşuyordum fakat hiçbir acı çekmiyordum. Yorulmuyordum. Çünkü sonsuzluğa koşuyordum. Sonum olacak gerçeklerden kaçıp sonsuzluğa kaçıyordum. Ben acı çekmek için vardım ama kendi acılarımı bile çekemiyecek kadar muhtaçtım. Ben kendi acımı çekmeye muhtaç bırakılmıştım. Başkalarının acısını çekmekten yorulmuştum. Sadece kendi acılarıma katlanmak istiyordum ama onu bile beceremiyorum.
Koşmuyordum, öylece durmuştum. Peşimden gelenler veya gelecekler umrumda değildi. Kulaklığımdan gelecek sesler umrumda değildi. Yalnızlığım umrumda değildi. Hiçbir şey umrumda değildi. Bunların yalan olması umrumda değildi.
Kafamı kaldırıp yağmura baktım. Bulutlardan nasıl döküldüğüne baktım yağmurların. Bulutlar yalnız kalıyordu. Aynı benim gibi onlar da yalnızdı. Bulutlar ağlıyordu benim gibi. Yağmurlar gülüyordu bensiz gibi. Bağırıyordu bulutlar benim gibi bensizliğe. Susuyordu yağmurlar benim gibi onsuzluğa.
Güçlü bir nefes aldım bulutların ağlamasına bakarak. Güçlü bir nefes daha aldım yağmurların kahkahalarına bakarak. Düştüm yeryüzüne dizlerimin üzerinde. Koklayamadığım toprak kokusunu betondan almaya çalıştım. İzin vermedi. Kendi kokusunu kendi içine çekti. Bencilleşmişti İstanbul sokakları. Kirlenmişti İstanbul insanları. Sırt üstü uzandım İstanbul sokaklarında. Islandım bulutun göz yaşlarıyla. Titredim korkudan yağmurun çığlıklarıyla. Acı çektim boynumdaki kolyeden dolayı. Her parlamasında çektiğim acıyı bir daha çektim. Umursamadım. Bu sefer gerçekten umursamadım. Sanırım parmağını kesen bir insanın acısını çekiyordum. Bu acıyı hissediyordum ama acısı uzun sürmediğinden kaygılanmıyordum. Acıyı tanımıştım ben. Her türlüsüne alışmıştım.
Önce kapandı gözlerim acıyla. Bir daha açamayacak olma ihtimalim olsa dahi kapandı sonsuza. Şimdi bekleyecektim sadece. Göreceklerimin rüya mı yoksa kâbus mu olacağını bekleyecektim ve her zamanki gibi kâbus görmek isteyip rüya görecektim.
Yağmurun kokusunu içime çektim. Dolunun sesini kalbime verdim. Bulutun yaşlarını kulaklarımda hissettim. Hissettiklerimle öldüm, hissedemediklerimle yaşadım...
Geçmiş,
"Rüya buraya gelsene. "
"Geldim." Bana bağırarak söylediği şeyle ben de ona bağırarak cevap vermiştim. Artık kullanılamayacak bir halde olan otobüsün üzerinden bana elini uzatan
Oğuz' a baktım. Buraya her zaman gelirdik. Ne zaman birimiz diğerimizle bir şey paylaşmak istese buraya gelirdik."Hadi." Onu daha fazla bekletmeyip elini sıkıca tuttum ve beni yukarıya çekti. Yine bir derdi vardı. Bunu hem beni buraya getirmesinden anlıyordum. Hem de ela gözlerindeki o yalnızlıktan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM / Kâbus
Fantasía"Rüyalar bu kadar iyi olsaydı neden onları kâbuslardan ayıran tek özelliklerinin güzel oldukları gerçeğine herkesi inandırmaya çalışırlardı ki? Oysaki kâbuslar daha iyidir. Çünkü onların bir sonu yoktur ama rüyaların sonunu hemen onu gördüğün gün gö...