-2-

3 1 0
                                    

Bir anadolu lisesinde okumaya başladım. Küçükken birlikte takımda oynadığım arkadaşlarım, mahalleden dostlarım, nefret duyanlarım. Lise ortamlarını bilirsiniz zaten. Hemen dedikodularım yayıldı nasıl olduysa. Ama hiç vukuatım olmadı bu okulda. Hemen okul takımına alındım. Yaşımdan dolayı 4 senenin 2 senesi oynayabildim. Ve burada bir çok flörtüm ve sevgilim oldu. Can dostlarımı bu okulda tanıdım. Ve O'nu. Yerel bir amatör kulüpte futbol oynamaya başladım. 2 seneden sonra transfer oldum 3 arkadaşımla birlikte. Bir yaz günü okulda kurs varken arkadaşımı alıp maça gidecektim. Kantine indim. Kantinci Hasan Abi ile muhabbet ediyordum beklerken. Birkaç kez göz göze geldim durduk yere onunla. Kalbimin o an kıpırtısını, hissettiklerimi anlatamıyorum. Çok farklıydı. Maçı bu olayın verdiği mutlulukla kazandık. 3 gol atmıştım bu maçta. Çok iyi hissediyordum. Eve geldim. Twitter'dan bildirimlerime baktım. Peş peşe 6 tweetim favlanmıştı. Bir kişi tarafından. O'ydu. Ama böyle olamazdı. Nasıl tanıştınız sorusuna Twitter'dan demek istemedim. Özel bir şeydi bu. O zaman kendime söz verdim. Doğru düzgün bir şekilde. Ağabeylerimden öğrendiğim gibi, gerçek bir ilişki olacaktı bu, olacağı varsa tabii. Son senemde, onun solist olduğu koroya girdim. Daha önce çilingir sofraları haricinde şarkı söylememiştim. Onun sayesinde, onun için girdim koroya. Her çalışmada saçma sapan espriler ve komiklikler yapıyordum. Sırf bana bakıp güldüğü için, bu satırları yazarken hala gülümsettiği için (yıllar geçse bile o gülüş aklıma düşünce). En sonunda biraz konuşmaya başladık yüz yüze. Fotoğraf çekimi vardı. Her zaman maymun gibi çıkardım fotoğraflarda. Yanına gittim kantinde. Kaloriferde arkadaşıyla oturuyordu. Gittim fotoğrafımı gösterdim, ve dedim ki "5 saniye bakınca otomatik şükür namazı kılıyosun". Kahkaha attı. Biraz muhabbet ettik, cıvığını çıkarmadan ayrıldım yanından çünkü hiçbir şekilde bok etmek istemiyordum bu aramızdakini. Benim fazla gevşek, ya da fazla sert zannetmesini istemiyordum. Korodan koroya, oradan buraya sürekli konuşmaya başladık. Ah benim Milena'm. Çok uzun süre konuştuk. Ama birlikte olamadık. İstemedi. En sonunda madem bu yolun sonu yok artık konuşmayalım dedim. Çalışmalara iki duble içip gittim. Çalışma boyunca konuşmadım. Espriler veyahut komiklikler yapmadım. Sana ne oldu dediklerinde, sadece ona bakıp gülümsedim. Bir gün bir markette indirim vardı. 2 tane 100'lük rakıyı 130 liraya bulmuştum. Aldım. Eve geldim. Bir duble iki duble bir şişe bir duble daha derken şanzelize oldum. Alkol komasına girmişim. Hastanede olduğumu öğrenmiş. İyi misin mesajı aldım bir saatte. Öyle içersen çarpar dedi bana. Ben de çarpan sadece alkol değil yazdım. Birden bire hiç istemediğim bir yerde buldum kendimi. Onu kovalarken. Kafamdaki 1 topal tavşanı 40 tilki yakalayamazken, şimdi kafamdaki hiçbir şeyi kontrol edemiyordum. Bir süre acı çektim böyle. İçtim, özledim, bekledim. Onu güldürmeyi bile özledim. Biz bir süre konuşmadık, ta ki bir arkadaşımızın doğum günüydü ve ben de davetliydim. Merkez'de bilinen bir kafeye oturduk. Ben daha otobüsteyken storylere etiketlenmiştim. O ise kullanıcı adını değişmiş ve benim forma numaram olan 7'yi eklemişti sonuna. Bende de aynı şekildeydi. Peş peşe etiketlenmiştik. Saçmalama dedim kendi kendime bu kadar paranoyak mısın? Kafeye girdim, selam verdim. Oturduk. Muhabbet sohbet şakalar komiklikler falan. Özledim gülüşünü, güldürüşümü. Kendimi tutamadım. Sonra bir kadın geldi, hoşgeldin aşkım dedi ona. Ben ablası zannettim, meğer annesiymiş. Kadını o kadar çok güldürdüm ki, çok sevmiş beni. Ben de onu çok sevmiştim. Annem gibiydi. Annemden daha çok sevmişti beni. Sürekli beni sormuş biz konuşmayı kestikten sonra. Arkadaşın ne yapıyor? Nasıl? vb. şeklindi. En sonunda Şubat 4 gibi, bir avm kafesinde story attıktan sonra mesaj yazdı. Nerdesin len yazmıştı. Heyecanlandım ama belli etmek istemedim. Çünkü bu hadi hemen sevgili olalım dön bana nolur demek gibi bir şeydi. Avm'deyim dedim. Biz de üst kattayız annem var selam ver istersen dedi. Bakarız dedim. Kalbim pır pır uçarken, ne yapacağımı bilemedim. Arkadaşımla kalktık. Yanlarına gittik. Ona sadece selam dedim. Annesiyle muhabbet ettim sonra görüşürüz dedim ve dönüp gittim. (Görüşürüz. Lütfen görüşelim. Seni seviyorum.) Sonra okulda tekrar konuşmaya gülüşmeye başladık. En yakın arkadaşının fikriyle fotoğraf çektirdik. İlk fotoğrafımız değildi, daha önce annesi doğum günü olan arkadaşımızı beni ve onu fotoğraflamıştı. İlk fotoğrafımız buydu. Sonra okuldaki. Hayat çok güzel bir şekil almıştı. Her şey harika gidiyordu. En sonunda bir gece, tekrar açıldım. 

"Seni seviyorum, kendime bunu defalarca inkar ettim. Ama gönlüme söz geçiremiyorum. Seni gördüğünde çırpınan kalbime, ya da bana gülümsediğinde heyecanlanmalarıma, bana baktığında ok gibi kalbime saplanan kirpiklerine söz geçiremiyorum."

Bunun sonuna sevgili olalım yazmak istemedim. Böyle istemiyordum. Hayatım boyunca hiçbir kadına yüz yüze sevgilim olma teklifinde bulunmamıştım. Bu da beni bu konuda bir hayli utangaç yapıyordu. Onu evinin yakınlarındaki bir durağa kadar ben bırakıyordum. Mahallesine girmiyordum, laf etmesinler diye. Onun evine giden yol, bizim evin önünden geçiyordu. Bütün mahallem biliyordu onu. Ona sevgilim olmasını teklif edeceğim gün, yağmur yağıyordu. İstemeyerek de olsa ona benimle eve yürümesini söyleyecektim. Şanslıymışım ki, o gün çalışma vardı. Birlikte yürüyecektik. Milena'm. Sesinin tellerinde kuşlar cıvıldardı. Eğlenceli geçen bir çalışmadan sonra, birlikte yürümeye başladık. Bol bol güldük, eğlendik. Sonunda durağa geldik. Vaktin nasıl geçtiğini anlamadım bile. Hava yağmurluydu üşümesine gönlüm razı olmadı. Ama bugün 14 Şubat. Özel bir gündü. Bizim için de özel olmasını istedim. Bu düşüncelerimle benim aramdaki o kinetik bağlantıyı koparan cümle "Arkadaşım geliyor biz onunla geçelim eve, sen de eve git üşüme" cümlesi oldu. Dikkatli ol dedim görüşürüz. Bir anlık deli cesaretiyle, bir dakika dedim. Gözlerime baktı. Allahım bu gözlere 30 ansiklopedi yazılır, sonuna da kirpiklerini anlattık sıra gözlerinde yazılırdı. Sevgilim olur musun? dedim. Gülümsedi. Kafasını salladı. Utanmıştı. Ben de domates olmuştum hissedebiliyordum bunu. Sonra arkadaşıyla gittiler. Ben de evin yolunu tuttum. Sanki ruhum vücudumu bırakmış havada süzülüyor, ben ise arasında takılı kalmıştım. 1 ay çok mutluyduk. Sonra birden bire, mesajlarım görüldü olmaya başladı. Sadece okulda konuşabiliyorduk. Bu da beni mental anlamda çok yoruyordu. Tam da bu zamanda "İsmail Altunsaray - Kız Senin" şarkısı çıktı karşıma. Gitar öğrenmeye başlamıştım. Ben çalacaktım o söyleyecekti. Ona çaldığım ilk parça da buydu. 

"Her sabah her seher vakti çıkar çıkar bakarsın, bilmiyorum ne derdin var kız senin senin senin"

Ayrılmak istediğini söyledi bana 9 Mart'ta. Uzun uzun konuştum onunla. Son olarak dedim ki:

"Yarın o servisten ineceksin, seni o okulun kapısından ben alacağım. Elini tutacağım ve birlikte gireceğiz o okula. Bir derdin mi var? Birlikte sırtlanacağız. Gerekirse birlikte altında kalacağız, ama kopmayacağız."

Böyle anlaştık. Ve birbirimizin her derdinde yanında olmayı öğrendik. Yaz geldi. 3 Ay boyunca ayrı kalacaktık. Bundan sonra da benim üniversitem vardı. Tanrım bu ne zor sınav? Annesi ve babası ayrılma kararı almış. O da 1.5 ay boyunca annesinin köyünde kalacakmış, annesiyle. Ben bu sırada besyo sınavlarına girmiştim. Haber bekliyordum. Ve o sırada Çankırı'dan bir transfer teklifi almıştım. Annesiyle onu önce köylerine bırakma kararı aldım. Onlarla Kastamonu'ya gidecektim. Onları otobüse bindirdikten sonra, ben de Çankırı'ya gidip kampa katılacaktım. Birlikte yolculuk yaptık. Aile gibiydik. Ben, Annem, Sevdiğim kadın. Bir aradaydık. İnanılmazdı. Çankırı otobüsüne içim buruk bindim. Nasıl görmeyeceğim seni bu kadar uzun süre Milena'm ? Nasıl gülüşünü görmeden kirpiklerin kalbime saplanmadan geçireceğim bu süreyi ? Kamptaki ilk günüm berbattı. Aklımı ondan alamadım. İyi miydi, yemek yemiş miydi, yorgun muydu? bu sorularla sahaya çıktım, ve vurduğum topların yarısı taca diğer yarısı da stadın arkasındaki evlere gidiyordu. Oda arkadaşım Yunus ile samimi olduk. Ankaralı'ydı Yunus. Çok delikanlı, mertti. Hem görünüş hem de kişilik olarak. Hikayemi dinledikten sonra, çok sevdi beni. 2. gün antrenmandan önce telefona konuştuk Milena'mla. Çok iyi gelmişti sesini,gülüşünü duymak.Fişek gibi çıktım sahaya. Lakabımın hakkını verdim. Ronaldo gibi oynadım. O gün bana bir teklif yapıldı. Yıllık 400 bin. Evim ve arabam onlar tarafından karşılanacak. 75 bin peşin. 15 bin aylık. Ne para ama! Diğer sabah Saat 10'da Çankırı yerel televizyonunda imza törenim bile olacaktı. Kar kış demeden sokaklarda tek başına top koşturan, bir baltaya sap olmaz, alkolik denilen ben bir futbolcu olacaktım. Hayalime kavuşacaktım. Hemen onu aradım. Anlattım her şeyi. Çok sevindi. Kampta samimi olduğum arkadaşlarla kutlamaya çıktık birkaç bira içmeye. O anda bir telefon geldi. Orada daha fazla dayanamadığını, geri dönmek istediğini söyledi. Ağlıyordu. Milena'm gülüşünü görmeye bile kıyamazken ağlayışını duymak ne acı verici. O gece en sancılı gecelerimden biriydi. Ona huzur vermesi için, namaz kılıp dua ettim. Onun için dualar ettim defalarca. Daha fazla dayanamadım. Gecenin bir köründe eşyalarımı toplayıp camdan aşağıya atladım. Burkulmuş bir bilekle ana yola kadar yürüdüm. Otostop çekmeye başladım. Kader bu ya, 3. araba durdu. 37 plaka. "Ağabey" dedim "Nereye yolculuk?" "Kastamonu" dedi. "Ağabey dedim beni de atar mısın?" "Gel" dedi. Biraz kestirdim yolculukta. Varmışız bile. İndim arabadan, sağ olsun terminale kadar bıraktı beni. 


Can Sana MecburHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin