etrafına baktı genç oğlan. gözleri kaldırım taşlarında, pislik kokan sokakta kısa bir gezintiye çıkmıştı. ardından kapattı gözlerini, kendini tüm dünyadan soyutlamak istercesine. işte o an, tüm dünyanın beklediği andı resmen. genç oğlan bulunduğu izbe, kokuşmuş sokakta değildi, bir okyanusun tam ortasındaydı. etraf havaya göre yoğunlaşmış, ferahlamıştı. ferahlamıştı ama, batıyordu genç oğlan. nasıl bir deniz, okyanustu burası? su onu havaya kaldıracağına tam tersi, içine çekiyordu. genç oğlan bundan oldukça hoşnuttu, benliği tezatlıkları severdi çünkü. boğulduğunu hissetmeye devam ettiğinde oksijen yetersiz gelmiş, dudaklarını aralamıştı. sular, kiraz kırmızısı dudakların arasından içeri akmış, güzel oğlanın ciğerlerine doğru yol almışlardı. bu sefer gerçekten öldüğünü hissediyordu, hak ediyor muydu bilinmez. derken suyun yüzeyinde bir yüz belirdi. kendi yüzünden binlerce kat daha güzel, naifti. masumluğu barındırıyordu yumuşacık olduğu belli olan teni. boğulan genç oğlanın gözleri su yüzeyindeki oğlanın irislerine odaklandı. gözlerinde bir şeytan barındıyordu adeta, hoşlanmıştı bundan genç oğlan. demiştim ya, tezatlıklara vurulmuştu o. nasıl bir hata yaptığını bilmeden, su yüzeyindeki çocuğun yüzündeki masumluk ve gözlerindeki şeytanlığın oluşturduğu çekici tezatlığa kaptırmıştı kendini.
şeytanlar su yüzeyindeki çocuğun gözlerine sığamayacak kadar fazlaydı. çocuk bunu hissedercesine sırıttı, şeytanları gülüşüne taşıdı. boğulan genç oğlanın gözleri o hiç de saflık barındırmayan gülüşe kilitlendi. genç oğlan hiçbir zaman iyi birisi olmamıştı, cezasını verecek olanlar mıydı bu gülüşün ardına sığınmış şeytanlar? bu şeytanlar mıydı bilinmez ama, diğer bütün şeytanlardan farklıydı bunlar. ateşi yönetmez, suyu yönetirlerdi. su yüzeyindeki çocuk parmağını kaldırdı, su altındaki çocuğa doğru hızla indirdi. genç oğlan ne olduğunu anlayamadan karanlığa boğulmuş halde buldu kendini. göremiyor, konuşamıyor, nefes almıyordu. iyi bir şeytanın saflığını barındıran parmaklar son vermişti genç oğlanın hayatına. o ölmüştü.
yanlış haberdi sanırım çünkü gazetelerin hiçbiri "sonunda ışınlanma gerçekleştirildi!" diye müjdeli bir haber yayınlamamıştı. genç oğlan gözlerini açmış, çürük peynir kokan sokağa geri dönmüştü. geçirdi kalbinden dileklerini, buraya ait olmama umutlarını. evi bile yoktu ama o tüm benliğiyle buraya aitti. yıllarca oturup gözleriyle bütün ayrıntılarını ezberlediği sokağa bakmakta olan bankta gözlerini gezdirdi. buruk bir tebessüm ziyaret etmişti genç oğlanın kiraz dudaklarını. hani olur ya; etrafta her şey kendi akışında ilerler, sizin için ise zaman durmuş gibidir. sadece duygularınızı hissedersiniz, etraftaki hiçbir sesi duymazsınız. genç oğlan bu duyguların içinde sürükleniyordu. bankın karşısındaki küle dönmüş küçük evde gezdirdi yeşil gözlerini. anılar aklında canlandıkça, gözyaşları çıkmak için zorluyordu göz kapaklarını.
6 yıl önce, Min yoongi.
——————————————————————
heyecandan elim ayağım titriyordu. mecazi anlamda değil, cidden. kırmızı güllerle bezenmiş buketi tutan ellerim zangır zangır titriyordu. gerginlikten buketi hafifçe sıkıyor, derin nefesler alıp yutkunmaya çalışıyordum. avuçlarımın terlediğini hissediyor ve güzel şeyler düşünerek rahatlamaya çalışıyordum. en sonunda cesaretimi topladım ve bir elimi çiçekerden ayırarak kapıyı tıklattım.3. yılımızı dolduruyorduk. her yıldönümümüzde güzel sürprizler yaparak onu mutlu ederdim. o güzel gülüşünü görmek için neleri vermezdim, neler yapmazdım ki... onu pikniğe götürecektim. güzel bir manzarası olan piknik masasına her şeyi hazırlamıştım. bir şişe şampanya ve hazırladığım yemekler piknik sepetinin içinde bekliyordu, saten masa örtüsü uçuşmasın diye piknik sepeti örtünün üzerindeki yerini çoktan almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•𝗌𝖾𝗋𝗆𝖾𝗌𝗍• // yoonkook
Fanfictionkafası güzel, ağaç dibinde şarkı söyleyen bir adam görürsen bil ki o benim. sokaklarda gezinirim, elimde dibi kalmış kırmızı bir şarap şişesi. kapı kapı dolaşır, ararım seni. tesadüf ya, bu hep sürer. beni ben yapan, arayıp durmaktır seni. sermest'...