"Yakalayın şu haini!" Genç adam peşinden koşan adamlardan kurtulmak için biraz daha hızlandı. Fakat onlardan kurtulmak imkansızdı! Tabii bu genç adamın yakalanacağı anlamına gelmiyordu. Yorulduğunu, hatta nefes bile alamadığını hissetti. Durmadı. Birkaç kez sağa ve sola döndükten sonra daha önce görmediği bir evin bahçe duvarından içeriye atladı. Sırtını duvara yaslayıp etrafı dinlemeye başladı. Ayak seslerinin yaklaştığını duyabiliyordu.
"Bu taraftan!" Tekrar koşuşturan ve gittikçe azalan ayak sesleri son bulduğunda derin bir nefes verdi. Bir kez daha paçayı kurtarmıştı.
"Merak etme, gittiler." Kafasını çevirip bahçeye giren çocuğa baktı. Kıyafetlerine bakılacak olursa soylu zenginlerin çocuğu olmalıydı.
"Merak etmiyorum. Gittiklerini anladım zaten."
"Peki neden hâla buradasın?"
"Konuşturmasaydın gidecektim zaten."
"O adamlar neden peşin-..."
"Bak yeter ama ha! Senin aptal sorularını cevaplayacak kadar vaktim yok."
"Sorularım aptal değil!" Çocuk sinirle ayağını yere vurduğunda genç adam kahkaha atmamak için kendini tuttu. Sevimli yüzü kıpkırmızı kesilmişti sinirden.
"Evet, tabii."
"Seni var ya..!" Çocuk durdu ve devam etmedi. Devam etmek istemedi. Derin bir nefes alıp geri verdi. Yavaş yavaş sakinleşiyordu. "Hava kararmak üzere." dedi çocuk havaya bakarak. Gökyüzü hafiften turuncu renge boyanıyordu.
"Evet, gitmem gerek."
"Tekrar gelecek misin?"
"Ne? Nedenmiş o?"
"Şey, sadece..."
"İşim gücüm var benim çocuk, çekil önümden." Genç adam hızlı ve tedbirli adımlarla bahçeden çıktı. Çocuk, genç adamın peşinden öylece bakakalmıştı.
"Sadece..." diye kısık sesle tekrar etti. "Arkadaş edinmek istemiştim."
"Efendi Jihoon! Sonunda gelebildiniz efendim!" Koşuşturarak ona doğru yaklaşan adama baktı çocuk. Endişeli görünüyordu.
"Müneccim Yeongjin! Lütfen sakin olun. Gelirken biraz etrafta gezindim. Ondan geç kalmış olmalıyım."
"Efendim sizin için çok endişelendik!" Çocuk adama gülümsedi ve büyük eve doğru ilerledi. Aklı ise bahçesinde saklanan genç adamdaydı. Odasına girdiğinde şapkasını çıkarıp kenara koydu ve minderine oturdu. Önündeki küçük masada duran kitabı açtı. Dize dize şiirlerin olduğu eski bir kitaptı bu. Şiir okumayı seviyordu çocuk. Kitap okumayı, yeni bilgiler edinmeyi ve gezmeyi de. Fakat hiçbir zaman arkadaş edinememiş olması onu üzüyordu. Babasının zengin bir tüccar olması onu bir yere bağlamamış, her daim babası ile farklı yerleri gezmek zorunda kalmıştı.
"Kendini beğenmiş adam!" Sinirle önündeki kitabı kapattı ve kafasını kaldırdı. "Aptal sorularmış, hah! Sensin aptal!" Elini yumruk yapıp masasına vurdu.
"Efendi Jihoon?" Kapıdan başını içeriye sokan adama baktı çocuk. "Bir sorun mu var efendim?"
"Hayır müneccim Yeongjin. Sadece... acıktım! Biraz tavuk yemek istiyorum."
"Tabii efendim, hemen söylüyorum."
"Ha bir de, biraz içki alabilir miyim lütfen?"
"Şey, olmaz efendim. Babanız efendi Won'un buna izin vermediğini biliyorsunuz."
"Pekii." Sadece şansını denemişti. Adam odadan çıktığında Jihoon derin bir nefes alıp verdi. Bazen lanetlenmiş olduğunu düşünüyordu. Önündeki kitabı yeniden açıp dikkatini ona vermeye çalıştı. Ama bu gözlerinin buğulanmasına engel olamıyordu. Yazıları adam akıllı okuyamıyordu bile. Kötü hissediyordu. İçindeki bu garip his açığa çıkıyordu yavaş yavaş.
Herkes kendini beğenmiş olmak zorunda mıydı? Kendini diğerlerinden üstte görmek zorunda mıydı? Etraflarında ördükleri duvarları yıkmak imkansız gibiydi. Jihoon ise her zaman sevecen ve sevgi dolu biri olmuştu. Tek eksiği, bir arkadaştı.
Sadece bir arkadaş...
-
iyi okumalar dilerim ♡
aslında Haruto x Yedam yazacaktım fakat bu iki karakter hikayeye tam oturdu
action için kemerlerinizi bağlayın!
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.