Adımlarımı olabildiğince hızlı ve büyük atmaya çalıştım. Peşimden geliyorlardı, yine. Nefesimi ciğerlerime ulaştırmadan geri veriyordum resmen. Bu aptal adamlar nerden çıkmışlardı yine. Birkaç kez sağa ve sola döndüğümde yine o büyük evin önüne geldiğimi fark ettim. Yine biraya saklansam, diye düşündüm, beni bulamazlar. Hızla duvardan atlayıp bahçeye girdim ve yere çöktüm. Nefes nefese kalmıştım. Hatta nefes bile alamıyordum!
"Yine nereye kayboldu bu serseri?!"
"Evin bahçesine girmiş olabilir mi?"
"Saçma salak konuşmayı bırak Jae! Canına susamadıysa asla oraya girmez."
"O zaman gel şu taraftan gidelim." Adamların gidiş sesini duyduğumda tuttuğum nefesimi dışarı bıraktım. Ayaklarımı ileriye uzatıp sırtımı duvara yasladım. Nefes alış verişlerim düzene girdiğinde başımı kaldırıp bahçeye baktım.Aklımı kurcalayan şey ise adamın dedikleri olmuştu. Buranın hikayesi neydi? Neden o aptal adam böyle bir şey demişti? Başımı sallayıp düşüncelerden kurtulmaya çalıştım ama tabii ki bu olmadı. Etraf sessizdi ve yakında akşam olacaktı.
"Hey, yine sen!" Heyecanla konuşan kişiyi görmek için başımı kaldırdığımda yine o çocuğun karşımda durduğunu gördüm. Şaka gibi!
"Merak etme, gidiyordum zaten." Ayağa kalktığımda bir anda önüme geçti.
"Hayır! Hemen gitme. Biraz burada kalabilirsin." Tek kaşımı kaldırdım ve ciddi olup olmadığına baktım. Bayağı bayağı ciddi duruyordu. Hatta gülüyor muydu o?
"İşlerim var."
"Sadece biraz dursan? Çay içene kadar." Bir süre beklentiyle dolu gözlerine baktım. Hayır diyecektim elbette. Geç kalırsam öldürürlerdi beni. Zaten geçen yediğim yumruk yüzünden hâla kaşım acıyordu.
"Olmaz. Daha sonra." Bir şey demesine izin vermeden hızla yanından geçtim ve bahçeden çıktım. Üzüldüğüne emindim. Onu bu şekilde bırakmak istemezdim ama canımı da seviyordum. Geç kalmamam gerekiyordu. Adımlarımı hızlandırdım ve bir süre ilerledikten sonra eskimiş evin bahçesine girdim. Neyse ki geç kalmamıştım. Oldukça acıktığımı hissettim. Evin mutfak tarafına geçip etrafta ChangSun'u aradım. Belli bi burada değildi. Sönmek üzere olan ateşin üzerindeki kazanı açtım. İçerisinde yeni pişmiş pilav vardı. Gözlerim parladı bir an. Bir tabağa biraz alıp hızla yemeye başladım. Oldukça lezzetliydi.
Yemekten sonra ellerimi üzerime sildim ve mutfaktan çıktım. Güneş yine gökyüzünü kızıla boyamıştı. Aklıma yeniden o çocuk geldi. Onu bu şekilde arkamda bırakıp gitmek beni üzmüştü. Başımı sallayıp gitmesi gereken odaya doğru ilerledim. İçeride birkaç kişi vardı. Bölmemek için kapıda beklemeye başladım.
"Bu iş için en iyi adamlarını seçsen iyi olur."
"Öyle yapacağım."
"Herhangi bir hata istemiyorum! Bu iş sende." Acaba ne işiydi bu? Kapı açılınca yerimden sıçradım. Göz göze geldik. Daha önce birkaç kez gördüğüm, ama hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığım biriydi. Adam umursamadan hızlı adımlarla evden uzaklaştı. Bir süre arkasından bakıp odaya girdim ve yerdeki küçük mindere oturdum.
"Hoş geldin Hyun." Sessiz kaldım ve bana anlatacaklarını bekledim. Önündeki küçük bardağa biraz içki koyup tek seferde içti. "Çok yakında, büyük bir soygun yapacağız. Düşünsene! Zengin olacağız, zengin!" Bir kahkaha patlatıp elindeki bardağı sertçe masaya koydu. "Sana güveniyorum Hyunsuk, bu iş sende."
-
durmadan yb atıyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my thief. hoonsuk ✔
Fanfiction"Ben senin için hayatımın soygunundan vazgeçtim Jihoon!" + MY SERİSİ + ✎ R.