"Bak! Bundan da dene!" Jihoon'un heyecanla gösterdiği tabaktan bir parça et aldım ve ağzıma attım. Tadı çok güzeldi. Ağzımda yaşanan lezzet karmaşasını mideme gönderirken önümde oturan çocuğa baktım. Dediklerine göre babası zengin bir tüccarmış.
"Şey, teşekkür ederim. Yemek için." Hafifçe tebessüm ettiğini gördüm. Yüzü çok... şeydi. Sevimli. Ah, ne diyorum ben?! "Gitsem iyi olacak." Tam ayağa kalkacaktım ki bileğimden tuttu.
"Hey, lütfen bu gece burada kal."
"Ne?! Sapık mısın sen?!" Gözleri hızla büyüdü bir an.
"Ne? H-hayır! Sadece, arkadaşlar birbirlerinde kalmazlar mı?"
"Biz arkadaş mıyız?"
"Şey, üzgünüm." Elini çekti ve kalktığı yerine geri oturdu. "Lütfen giderken Müneccim Yeongjin'i içeri çağırır mısın?" Bir süre onu izledikten sonra odadan çıktım. Kapıda bekleyen adam ile karşı karşıya geldik. Sanırım çağırmamı istediği adam buydu. "Sizi çağırıyor."
Ayakkabılarımı giyip hızlı adımlarla o evden uzaklaştım. Hava soğumuştu. Esen rüzgar tenime değdiğinde fark ettim, hırkamı içeride unutmuşum. Her ne kadar ince veya yırtıkta olsa o bana aitti. Hızlı adımlarla geri döndüm ve odanın kapısının önüne geldiğimde aniden durdum. İçeriden gelen kırılma sesleri hiç hoşuma gitmemişti.
"Git başımdan Yeongjin!" Bu bağıran Jihoon muydu? İçeri girmekte tereddüt ettim. Hırkamı yarın alabilirdim, değil mi? Tam geri dönecektim ki kapının açılması ile olduğum yerde kalakaldım. O yaşlı adam ile karşı karşıya duruyordum.
"Demek buradasınız! Lütfen efendi Jihoon'un yanına gidin. Lütfen!" Yaşlı adam yanımdan uzaklaşırken aralık kalan kapıdan içeriye bakıyordum. Kırılmış yemek tabaklarının parçaları her yerdeydi resmen. Ayakkabılarımı çıkarıp tam içeriye bir adım atacaktım ki ayağımı ıskalayarak geçen porselen bardak duvara çarparak parçalara ayrılmıştı.
"Hey!" Dikkatlice içeriye girdim. Odanın bir köşesindeydi ve dizlerini kendine çekmiş bir vaziyette oturuyordu. "Az daha ayağımı kesecektin!" Beni gördüğünde gözleri irileşti. Neden bu hâlde olduğunu bilmiyordum fakat şımarık bir çocuk olduğu kesindi.
"S-sen..."
"Ya evet evet, ben! Sadece hırkamı geri almak için gelmiştim ki az daha ayağımdan olacaktım. O ayak kaç para haberin var mı senin?!"
"Özür d-dilerim." dedi elini ileriye uzatarak yeri gösterdi. "Orada! Şimdi a-al hırkanı ve git." Dediği yere baktığımda hırkamı görmüştüm. Üzerinde tabak kırıkları duruyordu. Eğilip elime aldım ve silkeledim. Yine de giydiğimde sırtıma porselen kırıkları batacakmış gibi hissediyordum.
Son bir kez ona göz attım. Alnını dizlerine yaslamıştı. Rahatsız etmek istemedim ve yavaşça odadan çıkıp kapıyı kapattım. Arkamdan gelen bağırış sesini duymamak imkansızdı. Yavaş adımlarla o evden olabildiğince uzaklaştım. Neden bu şekilde davrandığını oldukça merak etmiştim ama geri dönüp soracak kadar kendimi iyi hissetmiyordum. Karnım iyice doymuştu ve üzerime yorgunluk çökmüştü. Yarın o çocuğa, Jihoon'a bir hediye götürsem iyi olurdu. Ormana girdiğimde yine o büyük gövdeli kiraz ayağının yanına gidip dallarına tırmandım. Bu gün eve gitmek istemiyordum.
Gökyüzüne baktım. Milyonlarca yıldız bana göz kırpıyordu sanki. Ay bu gün daha bir parlak duruyordu. Gözlerim yorgunlukla kapandı ve her ne kadar sert bir zeminde yatıyor olsam da hiç şikayet etmeden uykuya daldım.
-
Hyunsuk olmaz böyle annem :<
bunu koymak istedim, çünkü neden olmasın?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my thief. hoonsuk ✔
Fanfiction"Ben senin için hayatımın soygunundan vazgeçtim Jihoon!" + MY SERİSİ + ✎ R.