18// Sis

2.2K 127 503
                                    

büyük bir lütuftur

kibar kalabilmek

acımasız durumlarda

Jane Greengrass kendini bildi bileli hiç sıkılmamıştı. Etrafındaki insanlar ona nasıl davranması, nasıl hissetmesi gerektiğini söylerken hepsini kabul etmişti. Üç erkek kardeşin arasında büyümüştü. Greengrassların son neslindeki tek kız olarak ailedeki herkesin biriciğiydi. Zarafet timsali olmaktan hoşlanırdı, ya da bu şimdiye kadar yüklendiği tek rol olduğundan benimsemiş ve alışmıştı. Kendine çizilen sınırların dışında çok başka hayatlar vardı. Fakat o kozasından ayrılmamaya and içmiş bir kelebek gibi hissediyordu.

Safkan bir kadın olmak, kimseye boyun eğmeden kendi kararlarınızı dayatacak kadar güçlüyseniz büyücülük dünyasında sahip olunabilecek en iyi avantajdır. Değilseniz, saf nesiller doğurma amacıyla objeleştirilmiş bir semizlikten farkınız yoktur.

Jane çocukluğundan beri zamanı geldiğinde bir safkan ile birliktelik kurup bu kutsal amaca hizmet edeceğini biliyordu. Biyolojik açıdan dokuz ay boyunca bebek taşıma görevini üstlenecek taraf olmasının talihsiz bir olay olmadığını düşünüyordu. Ailesindeki her kadın büyükleri gibi, bir gün onurlu bir safkanla evlenecekti. Kendi onurlu safkanlarını yetiştirecekti. Zarif yaşamına dünyanın en iyi annesi olarak devam edecekti.

Şimdi on beş yaşına basmışken bu fikir o kadar da cazibeli gelmiyordu. Jane, sadece birazcık daha özgür kalmak istiyordu. Bütün yaşamı o 'onurlu' insanın hayaliyle, neredeyse 'yarım' hissederek geçmişti. O gelince Jane tamamlanacaktı, bir bütün olacaklardı. Hayatının anlamı hayatını sürdüreceği o kişiydi.

Fakat şimdi Jane kendini keşfetmeye başlıyordu. Kanatları kozadan çıkıp yavaş yavaş açılıyordu. Tek başına bir insan olabilirdi. Kendi zevkleri, kendi hayalleri, kendi fikirleri ve en önemlisi kendi iradesi vardı. Yaşamak için bir adama ihtiyacı yoktu.

Jane kendi başına bir bireydi. Bunu fark etmek ailesinden uzakta insanları gözlemleyerek geçirdiği yıllarını almıştı. Kadın olmak sadece anne olmaktan ibaret değildi. Arkadaşlarının tek isteği illa biriyle evlenmek değildi. Safkanlığının omuzlarında şanlı bir pelerin misali süzülmesini isterdi, boynuna pranga geçirmesini değil.

Hemen evlenmek istemiyordu. Yetiştirilme biçimi, beyninin ardında bir ses hala hayattaki en büyük amacının bu olduğunu söylüyordu; fakat bu hemen olsun istemiyordu. Kendini tanımak, sevdiği işleri yapmak ve o kişiyle tanışacağı günün gelip gelmediğine kendi karar vermek istiyordu.

Beşinci sınıfa geçeceği yaz ailesinin tavır değişimini beklemiyordu. Onu gelin etmeye ne denli hevesli olduklarını öngörememişti. Bu Hogwarts'da son senesi sayılırdı –özgür, kimseye bağlı olmadan ve kimseyi temsil etmeden önceki son senesi– gelecek yaz nişanlandırılacağı haberini almıştı. Evi soğuk rüzgarlarla terk etmişti ve okul başlayalı iki hafta geçmesine rağmen kemikleri hala o yel ile sızlıyordu.

Evlenmek istemiyordu. Buna aniden, Eylül esintisinin altında göl kenarında otururken karar verdi. Bir safkana kendi isteğiyle gönül verene dek evlenmeyecekti. Ailesinin zoruyla asla evlenmeyecekti.

Bir şeyler yapması gerekiyordu. Cesur olmak istiyordu. O imrendiği safkan kadınlarından olmak için direnmesi gerekiyordu. Prenses değil de kraliçe olmayı öğrenmeliydi.

Her şeye rağmen içindeki ses dürüsttü; dik duramayacak kadar zarif bir kadın olduğunu haykırıyordu.

Belki de bunun için safkan olmamasına rağmen başına burukluğuna imrendiği oda arkadaşından yardım almalıydı.

Drizella Blanchard'ı seviyordu. Onun çok yabancı ve çok renkli bir yaşamı vardı. Jane onun hayatla ilgili görüşlerini, anlattıklarını dinlerken apayrı bir roman okuyormuş gibi hissederdi. Annesi bir melezle arkadaşlık ettiğine çok kızardı belki ama Jane, Drizella'yı tanıdığı için şanslı hissediyordu. Belki de onu tanımasa ne kadar saçma bir hayat yaşadığını asla fark etmeyecekti.

The Awkward Life of Drizella BlanchardHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin