Jeongguk yaklaşık on dakikadır yatağının üzerindeki minik bedene far görmüş tavşan gibi bakıyordu. Son günlerde almaya başladığı kılıç dersleri akşama kadar sürüyor, onu fazlasıyla yoruyordu. Dersten sonra odasına çıkmadan yemeğini yemiş ve ortalıklarda görünmeyen hizmetçisine seslenmişti. Odaya girene kadar nereye kaybolduğunu merak etmiş ve onu görünce ilk iş azarlayacağını kendine hatırlatmıştı ancak gördüğü manzara fazla beklenmedikti. Öylece kapının önünde kalakaldığını fark ettiğinde büyük yatağa doğru adımlamıştı.
Jimin, kocaman yatağın üzerinde top haline gelmişti, üşüdüğü belli oluyordu. Sarı saçları yastığa ve yüzüne dağılmış, karışmıştı. Gün içinde sürekli çattığı kaşları uyurken serbest haldeydi. Jeongguk bir kez daha onun küçük bir çocuğa benzediğini düşünmüştü. Tatlı, küçük bir çocuğa. Genç prens bir süre daha yatakta hiçbir şeyden habersiz uyuyan hizmetçisine bakmıştı. Normal şartlar altında bu duruma fazlasıyla öfkelenir, hatta onu kovabilirdi bile ama gariptir ki Jimin'e karşı hiçbir öfke parıltısı hissetmiyordu içinde. Elini kaldırıp parmaklarını yumuşacık gözüken saçlara daldıracakken hemen bundan vazgeçip genç hizmetçinin omzunu dürtmüştü.
Jimin, uykusu ağır olan insanlardan değildi. Yaşadığı kasabada çoğu zaman yeni doğan güneşin ışıklarıyla uyanırdı ya da bir horozun uyarıcı sesiyle. Prensin odasının kapısının açılma sesine bile uyanmış olması gerekirdi ancak bugün efendisi onu biraz fazla yormuştu. Omzunda hissettiği baskıyla yavaşça gözlerini aralamıştı. Saniyeler içerisinde nerede olduğunu ve karşısındakinin kim olduğunu idrak ettiğinde yataktan düşercesine kalkmıştı. Prense kocaman, ama bir o kadar da korkak bakışlarını yollamış, yeni uyandığından çatallaşmış sesiyle özürlerini sıralamıştı.
"Prens Jeon, ben..çok özür dilerim efendim. Aslında burda temizlik yapıyordum ve nasıl oldu bilmiyorum"
"Tamam, sorun yok. Temizliğin bittiğine göre çıkabilirsin. Dinleneceğim."
Prens, önünde birden kızarmaya başlayan çocuğun sözünü yarıda bölmüş, nedensizce kendisini daha kötü hissetmesini istememişti. Hizmetçi başını öne eğip sessizce özürlenmeye devam ederken odadan çıkmış, Jeongguk kıyafetlerinden kurtardığı yorgun bedenini yatağa atmıştı.
•••
Saray, prens Jung-Hyun'un ölümünün ardından yavaş yavaş toparlanmaya başlamış gözüküyordu. Kral, memnuniyetsiz bakışlarını genç oğluna ve etrafta kendisi için pervane olan hizmetçilere dikmekten çekinmiyor, kraliçe bahçedeki begonvillerin sorunsuz büyüdüklerinden emin olmak istiyordu.
Jimin, gece olanlardan sonra prensin odasının hemen yanındaki kendi odasına koşmuş, nedensiz bir korkuyla kapısını kilitleyip uzun süre yatakta mücadele verdikten sonra uyuyabilmişti. Şimdi ise üzerindeki mavi tulumu ile bahçıvanın yanındaydı. Efendisi, bir haftadan az kalan taç takma töreni için kıyafet ölçülerini aldırıyordu. Jimini de boş durmaması adına Bahçıvan Kim'e yönlendirmişti.
Namjoon, saraydaki diğer çalışanlara göre-ve tabii ki Jimin'e göre- daha uzun bir adamdı. Sert, yakışıklı görünüşüne ve tok sesine zıt olarak çok yumuşak ve kibardı. Jimin, Kâhya Kim'i, Aşçı Min'i sevdiği gibi Bahçıvan Kim'i de sevmişti. Şüphesiz onlar olmasaydı saraya alışmakta çok zorlanırdı.
Güllerin nasıl dikileceğini az önce yanındaki adamdan öğrenen Jimin, bir gül fidesini daha toprağa yerleştirip zaferle gülümsedikten sonra yanındaki adama seslenmişti.
"Hyung, bak. Bence öğreniyor gibiyim."
Övülmeyi bekleyen gözlerini yanındaki bahçıvana diktiğinde, kendisini dinlemediğini ve başka bir yere baktığını fark etmişti. Jimin, başını kaldırıp Bahçıvan Kim'in hayran bakışlarını takip etmişti. Gördüğü kişiyle Jimin'in dudakları şaşkınca aralanmıştı.
"Namjoon hyung, o kim?"
"Ha, ne?"
Yanında olduğunu unuttuğu hizmetçinin kendisine bir şeyler sorduğunu fark ettiğinde Namjoon da Jimin'e aynı anlamayan bakışları atmıştı. Bir süre sonra bahçıvan, konuyu hemen kapatmak adına elini hizmetçinin saçlarına atıp karıştırmış, gülmüştü.
"Terzi Seok Jin. Kraliyetteki bütün güzel kıyafetler onun elinden çıkıyor. Güller harika olmuş Jimin. Bu arada, terzi çıktığına göre prensin işi bitmiştir. Çok oyalanma da yanına git."
"Tamam hyung, görüşürüz."
Jimin, saraydaki yeni arkadaşına gülümseyip elindeki eldivenlerden kurtulduktan sonra prensi bulmak için saraya doğru yürümüştü.
•••
"Havlumu ver Jimin."
"Buyrun, efendim."
Jimin, yaklaşık yarım saat önce efendisinin odasına girdiğinde prensin gömleğinin düğmelerini çözdüğünü görmüş, arkasını dönerek kaçmaya çalışırken aldığı emirle odada kalmıştı. Prens üzerindekilerini çıkarana ve odasının içindeki büyük küvete girene kadar Jimin'in yanında kalıp ona yardım etmesini istemişti. Jeongguk içinde bulunduğu sıcak suyun rahatlatıcı hissinden başını hafifçe geriye atmış, gözlerini kapatmıştı. Genç hizmetçi ise onun aksine içinde bulundukları durumdan ötürü odaya girdiği andan itibaren kızaran yanaklara sahipti ve gergindi. Eğmiş olduğu başını kaldırmadan havluyu efendisine uzatmıştı. Prensin küvetten çıkacağını anladığında Jimin hızlıca ona arkasını dönmüş, bu hareketiyle arkasında kalan bedeni keyiflendirmişti.
"Neden arkanı dönüyorsun, ikimiz de erkeğiz?"
Genç prens, küvetten çıkar çıkmaz havlusunu beline bağlamıştı. Yardımcısının çekingen halleri dudaklarının muzipçe kıvrılmasına ve içinde onunla daha çok uğraşma isteği doğmasına neden oluyordu. Prensin havluya sarındığını anlayan Jimin, tekrar prense dönerek cevaplamıştı.
"Pek alışık değilim efendim. Bu zamana kadar kimseyi o şekilde görmedim."
Jimin, önünde kendisine gözlerindeki alaylı pırıltılar ve dudaklarındaki muzip gülüşle bakan prensin vücuduna ya da yüzüne bakmamak adına kendini zorluyordu. Prens, Jeon Krallığı'ndaki gelmiş geçmiş bütün prensler gibi yakışıklıydı. Islak saçları ve yarı çıplak vücudu da bunu doğrular nitelikteydi. Jimin, bu zamana kadar kendi vücudu dışında başka birininkini çıplak görmemişti. Tek çocuktu, fazla arkadaşı yoktu ve kızlarla da arası hiçbir zaman iyi olmamıştı. Önündeki büyük, ihtişamlı dolaba ilerleyip prense kıyafetlerini verdikten sonra giyinmesi için tekrar arkasını dönmüştü. Prens, aldığı cevaba ve hizmetçinin hareketlerine gülmeye devam ederken bir yandan da üzerini giyiniyordu.
"O hâlde fazlasıyla küçük olmalısın."
"Yirmi bir yaşımdayım efendim."
Prens aldığı cevaba şaşırmıştı. Jimin'in minik ve bir erkeğe göre çelimsiz vücudu, tombul yanakları onun kendisinden bile küçük olduğunu düşündürtmüştü ancak Jimin kendisinden neredeyse iki yaş büyüktü. Üzerini tamamen giyindiğinde kendisine arkasını dönmüş çocuğun önüne geçip elindeki havluyu alarak saçlarını kurutmaya başlamıştı. Bir miktar eğilip Jimin ile aynı hizaya gelmişti.
"Daha minik gözüküyorsun."
Eğilip kendisiyle göz teması kuran prense kaşlarını çatarak cevap vermişti Jimin. Boyu ve vücudu babasının her defasında yüzüne vurduğu, kendisinin nefret ettiği özelliklerdendi. Jeongguk, karşısındakini bir miktar sinirlendirdiğini fark ettiğinde sırıtışı büyümüş, büyük bir gülümsemeye dönüşmüştü. Jimin şimdi daha da tatlı bir çocuk gibi gözüküyordu.
"Çıkabilirsin Jiminshi."
Prens Jeon, emrini verdikten sonra son bir bakış atıp gülmeye devam ederek odanın içine ilerlemişti. Son bir ay içerisinde ilk defa güldüğünün farkında bile değildi. Jimin'i sinirlendirmek nedensizce hoşuna gitmişti. Jimin, yumruklarını sıkıp çatık kaşları ve daha önceden kızarmış yüzüyle prensin odasından çıktığında fazlasıyla komik gözüküyordu.
•••
Merhaba. 3. Bölüm oldu vay beee
Hiç içime sinmeyen bir bölümdü ve 937 kelimeymiş yuh. Yazar notunu sürekli unuttuğum için uyarı alıyorum fksndlamlskw
Umarım sıkılmadan okumuşsunuzdur. Seviliyorsunuz💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Abyssos • Jikook
Fanfictionprens jeon arzulamaması gereken tek şeyi arzulamıştı. hizmetkâr jimin'in dudaklarını.