Sevgi, mutluluk, korku, hüzün, şaşkınlık...
Hepsinin sahibi, kalp.
Kalpten gelen, güzel duygular...
Alışıyordu insan. Kimi zaman varlığa, kimi zaman yokluğa; bazen bir kişiye, bazen ise bir hayata. Bunu fark etmek zaman alırdı bizde. Sevdiğini gidince, değerini kaybedince anlıyorduk ve bu çok acıydı. Zamanında yaşamalıydı insan, zamanında vermeliydi değeri. En önemlisi belki de, zamanında görmeliydi; kendisini ve çevresini.
Mert'i gördüğüm an... Kalbimde oluşan korku onlara şimdiden alıştığımın en büyük kanıtıydı. Belki hissettiğim bu korku yoldan bu halde geçen herhangi biri için de olurdu ama o zaman merak da ederdim ne olduğunu, şimdi ise saf korku hissediyordum. Merak yoktu. Sadece yeni arkadaşımın iyiliği söz konusuydu. Sahi... Arkadaş sayılır mıydık artık onlarla? Bunun şimdilik bir önemi yoktu.
Yanımdan hızla geçen beden bir rüzgar etkisi bırakırken, "Mert!" diyen sesinde endişe kendini hissettiriyordu. Girdiğim şoktan çıkıp ben de hızla oraya giderken Mert'e baktım. Dudağı patlamıştı ve kaşında da bir yara vardı. Ayrıca burnu hala kanıyordu ve kaşından akan kan kurumuş, leke olarak duruyordu. Yüzünde çok kan vardı, ama o tepkisizdi. Gözleri hafifçe kısıktı, sanki açmaya gücü yokmuş gibi.
Cihangir onun kolunu omzuna doğru alıp çardağa ilerlerken ben de sessizce onlarla ilerledim. Mert kısık bir sesle "Eve çıkacağım." dediğinde Cihangir onaylayarak hızlı hızlı başını salladı. "İkizler burada, çocuklar apartmanda olabilirler. Seni böyle görürlerse korkarlar. Bekle biraz." dediği sırada, "Çocuklar bizdedir bence." diyerek araya girdiğimde Cihangir bana baktı. "Çağatay eve girmemiştir. Berke yanında olabilir." derken telefonunu çıkardı ve kulağına götürdü. "Çağatay, neredesin?"
Cihangir bir yandan telefonla konuşurken aynı zamanda gözlerini Mert'ten almıyordu. Bir süre telefonu dinleyip, "Çocukları eve al, Mert geldi. Kaşı falan kanıyor onu eve götüreceğim, görmesinler." derken Çağatay bir şeyler dedi ama Cihangir sadece "Hadi." dedi ve telefonu kapattı. Mert'e bakıp, "Seni eve bırakıp eczaneye gideceğim. Evde hiçbir şey yok." dediğinde, "Bizde var, ben getiririm." diyerek tekrar araya girdim ve aynı zamanda Cihangir de teşekkür eder gibi bana baktı. Aynı zamanda Mert ise Cihangir'e destek alarak oturduğu yerden kalkarken yüzünü buruşturmuştu, sanırım yüzü dışında da darbe almıştı ve ağrısı vardı. Apartmana ilerleyip kapısını açıktan sonra onların da geçmesi için yer bırakıp kapıyı tuttum. İkisi yavaş adımlarla ilerlerken, "Ben malzemeleri alayım." dediğimde Cihangir bana baktı ve kısaca başını salladı.
Hızlı adımlarla bizim kata çıkıp kapıyı açtığım sırada herkesin salonda olduğunu gördüm. Çocuklar Misi'yle oynarken Çağatay ve Gökçe koltuklarda oturuyorlardı. Çağatay beni görünce oturduğu yerde dikleşip, "Ne olmuş?" diye sorduğunda ona baktım. Kısaca "Bilmiyoruz ki. Yüzünde yaralar var, temizlemek için malzeme almaya geldim." dediğimde bana düşünceli gözlerle baktı. Ardından kardeşlerine bakıp, "Abiciğim siz durun burada-" derken kardeşleri hızla sözünü kesti. Buğlem, "Hayır!" derken dikkatini Çağatay'a vermişti ve bir adım attığı an peşinden koşacak gibi bir hali vardı. Ayrıca her ne kadar Gökçe ikna etmeye çalışsa da ikilinin dinlemeye niyeti yoktu.
Çağatay'ın sıkıntılı yüzüne bakıp, "Cihangir halleder zaten, çocuklar çekiniyor belli ki." dediğimde Gökçe de araya girdi. Yerinden kalkarken, "Ben onları ikna edeceğim, birazdan gidersin sen de." dediğinde Çağatay ona baktı ve hafifçe gülümsedi. Onları orada bırakıp hızlı adımlarla, minik ecza kutumuzu aldıktan sonra tekrar kapıya ilerledim ve "Ben çıkıyorum." dedikten sonra apartmana çıktım. Merdivenlere gidip yukarıya çıktığımda Cihangirlerin de kapıya yaklaşmış olduğu gördüm. Hatta Cihangir anahtarı da çıkarmıştı ama sağ tarafına Mert olduğu için kapıya uzanamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ ADIMLAR
RomanceDümdüz, simsiyah bir yol. Sonu görünmüyor, hatta bir adım sonrası dahi yok. Zifiri karanlık, her şey belirsiz... Ne yapmalıydı bu durumda? Bu yola birinin ışık tutmasını mı bekleyecekti? Asla. Başkasının ışığına muhtaç olmaktansa, kendi ışığını oluş...