Ankara il sınırından geçmek üzereyken hız sınırını aştığı için önünde giderken aniden duran arabayı farkettiğinde yavaşlayamamış, direksiyonu bariyerlere kırmış. Polisler kaza yerine ulaştığında bilinci açıkmış ve Serap Ablayı aramalarını söylemiş. Serap Abla da ilk uçakla atlayıp Ankara'ya gelmiş. Kazadan sonra araba çok zarar görmüş olmasına rağmen babam birkaç sıyrık ve incinme ile kurtulmuş fakat her ihtimale karşı gün boyunca müşahede altında tutmuşlar. Serap Abla Ankara'ya geldikten sonra bile babam, bana haber vermemesi için ısrar etmiş.
Yaptığı büyük saçmalıktı ve çok ağrıma gitmişti. Neydi sanki bunu bekliyormuş gibi bir anda duymaya başladığı kini nefreti. Anlamıyordum.
Serap Abla İstanbul'dan buraya gelene kadar saatlerce sahipsiz, kimsesiz gibi yalnız kalmıştı hem de saçma sapan bir inat yüzünden.
Serap Abla beni arayıp haber vermeseydi belki de taburcu olup İstanbul'a dönene kadar, belki de asla ruhum bile duymayacakı geçirdiği kazayı.
"Şimdi girip görmeye izin veriyorlar mı?"
"Veriyorlar. Ben de zaten şimdi çıktım yanından. Ama şu an yanına girmen doğru olur mu bilmiyorum. Ne oldu bilmiyorum neden bu kadar sinirlendi bilmiyorum. Fakat durulana kadar-"
"Haklısın. Teşekkür ederim haber verdiğin için Serap Abla. Bakma sen babama. Bir şey olursa mutlaka ara beni."
Uzanıp sıkıca sarılmıştı. Benden uzaklaşıp omuzlarımı iki yandan tutarak güven verici bir gülümseme ile gözlerime baktı.
"Üzülme sen. İyi baban. Sinirini de çabuk geçer bilirsin kıyamaz o sana. Çıkar çıkmaz haber vereceğim zaten yarın taburcu olacak."
Gülümsemeye çalışarak ondan uzaklaştım. Tekrar iyi geceler dileyip hastaneden çıktık.
Arabayla beraber eve dönene kadar ikimiz de tek kelime etmemiştik. Venüs, eve girdikten sonra, çıkarken apar topar üzerime aldığım ince hırkayı portmantoya asarken kollarını bana sarmıştı.
İki gecedir uykusuzlukla yorgun düşmüş bedenimi biraz daha ayakta tutmak ister gibiydi.
Bir elini kaldırıp yüzümün yanını kavradığında sessiz sessiz akıttığım göz yaşlarım yüzünden üşümüş yanağımı sıcak avucuna bastırdım.
Baş parmağı ile kirpiklerimim ucuna çiğ taneleri gibi toplanmış birkaç damla yaşı silip anlını anlıma dayadı.
"Kendini suçlama artık." sıcak, sakinleştirici nefesi dudaklarıma çarptığında titrek bir nefes aldım.
Kendimi suçluyordum ve hastaneye gidene kadar aklımdan geçen bin türlü kötü senaryo yüzünden sessiz bir şekilde "Benim suçum." diyip durmuştum.
Babama bunu söylememe gerek yoktu. Duygularımdan ne zaman ona söz etmiştim ki zaten? Ayrıca beni zor duruma düşürecek, yalan söylemek durumunda bırakacak şeyler de ayda yılda bir yaşanıyordu. Çünkü artık ikimiz de farklı şehirlerde kendi hayatlarımızla ilgileniyorduk. Resmen sevdiğim kadınla her ortamda rahat olabilmek için, herkesin yanında sevgimi gizlemek zorunda kalmamak için söylemiştim.
Söylememiş olsaydım bir şey değişmeyecekti, hatta söylemeseydim babam mutfak tezgahında unuttuğu o davetiyeyi bize elleriyle verip ikimizi düğününe davet edecek, belki birkaç gün burada kalacak ve sağ salim evine geri dönecekti.
Bir yanım beni suçlarken, ki o yanım saçmalıyor gibime geliyordu, diğer yanım babamı suçluyordu. Fazla abarttı hayatına saygı duyup saçma sapan bir sinir krizi geçirmeseydi kaza yapmazdı diyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LAVİNİA GirlxGirl
RomanceBir tarafım içeriye koş, kaldığı odayı bul ve senelerin özlemini gider, git, sarıl ona, ilerisini gerisini boşver, ne tepki vereceğini boşver diyordu. Özlemi kalbinde nasırlaşan kadın burada. Gecelerce düşündüğün, rüyalarında gördüğün, ilk aşkın, se...