Min Yoongi
Sarhoştum. Garip bir biçimde kendimi iyi hissediyordum ama aynı zamanda yağlı boyaları küçük çekmeceden alırken sanki etrafım dönüyor gibiydi. Uykum yoktu ve buna rağmen her an bayılacak gibi gözlerim kirpiklerimi görüyordu. Bana en iyi gelecek şeyin dinlenmek olduğunu kabullenmeme rağmen içimden bir ses bunu yapmamı her seferinde engellemiş, beni heyecanlandırmıştı. Sanki duyamadığım bir parça etrafımı sardı, ne yaptığımı anlamama izin vermeden harekete geçmemi sağlamaya çalıştı ve evet, bu büyük ihtimalle sarhoş olduğum içindi.
Gece yarısının bastığını düşünmemi sağlayan ay, odayı çoktan aydınlatmıştı pencereden düşerek. Birkaç boyanın izini sürdürdüğü şövalenin yerini ışığın ona gelmesini sağlayacak şekilde değiştirdiğimde sokaktaki birkaç gencin bağırışma sesini duymayı bekliyordum. Arabaların lastiklerinin asfaltı çiğneyişini, sabırsız kornaların basmakalıp tınılarını, birkaç sarhoş ayyaş gülüşmelerini işiteceğim konusunda alışılmıştım kaldığım eski daire sayesinde. Ne tuhaf, hiçbiri yoktu. Sokaklar sanki bugünki anlamsız halime yakışarak sepsessizdi ve bu biranlığına da olsa duraksamama sebep olmuştu. Belki de gerçekten şimdinin rahatlığını kullanıp güzel bir uyku yerine son kalan boş tuvalimi bütün gece doldurmaya çalışmak bir aptallık olacaktı. Yine de bunu düşünüp şövalenin ayarını yapmaktan geri durmamış; birkaç fırça, terebentin, yağ ve parçalara ayrılmış kirli mor bezle birlikte rahatsız sandalyeye oturmuştum. Öndeki şövalenin boşluğunu görünce yine saçma bir duraksama yaşamış ve kalkıp boyalı tuvallerimin olduğu kısma geri yürümüştüm çıplak ayaklarımı yere sürterek.
"Bakalım neredesin..." Mırıldanarak aramaya başladığım beyazlığı altı yedi hazır siparişin arkasında gördüğümde dudaklarım ufak bir kırılma yaşadı.
"Buldum seni."
Sarhoş olduğum için miydi bilmiyorum ama yıllar sonra bile unutmayacağımı düşündüğüm bir parlaklığı vardı elimle kavradığımda renksiz tuvalin. Onu çekmemin ardından şövaleye yerleştirdim benden uzun olanı. Sonra fark ettim: Gözümü hafif kamaştıran parlaklığın sade beyaz kumaşın değil de üzerindeki sıvıya benzer dumanın olabileceğini düşündüm. Hareket eden duman bir kaplama gibi süzülürken sanki herhangi bir ten deyse ıslatacaktı onu. Bunu hayal ederek sağ kolumu kaldırıp elimi tuvale götürmeye başladım öte yandan soluğumu yavaşlatırken. İşaret parmağımı merakla sıvı parlak dumanın üstüne değdirdiğimde ise bütün vücudumda hissetmiştim onu. Neydi bilmiyorum fakat hissetmiştim. Annesini kucaklayan bir çocuğun sıcaklığını, karşılığını bulamayan emeklerinin üzüntüsünü, aşık bir adamın sevgisini, öldürülen bir bedenin soğukluğunu... Dünyayı hissediyordum. Güneşin ısısını, ağaçların verdiği havayı, suların sakladığı sırları ve toprağın verdiği besinleri görebiliyor, duyabiliyor gibiydim ama aynı zamanda kördüm ve sağırdım. Sonra ise kendime hatırlattım: Ben sadece sarhoştum.
Sakin ve usulca bu düşünceme uyarken parmaklarımı yapıştırıcıdan kurtulmaya çalışır gibi geri çekmiştim fakat biranda bütün canlı hislerin kaybolmasıyla mantığımdan şüphe duymuştum yine. Eminim ki dışarıdan bir ihtiyarı anımsatacak kadar yavaş döndürüyordum olayları ama öyle değildi. Aynı anda bir sürü olay yaşıyordum ve bu kafamı karıştırırken kendime sürekli içmiş olduğum için böyle olduğumu fısıldayarak hatırlatıyordum. Kim bilir, belki de sadece birama yanlışlıkla (!) madde konulmuştu.
Zorlukla yutkundum derin bir nefes alırken içime. Sessizlik ilk defa beni bu kadar rahatsız etmiş, aynı zamanda memnun olmamı sağlamıştı. Saniyeler sonra yavaş yavaş bulunduğum duruma alışmaya başladığımı hissettiğimde kavradım orta kalınlıktaki fırçayı. Manzara çizeceğimi düşünerek boyaları seçmiş, taslak oluşturmaya başlamıştım bile fakat bir şeyler ters dönüyordu. Elimi ne zaman ağaç ya da toprak için götürsem bir suratın hatlarını oluşturmaya başlayan temelleri fark etmiştim. Bir insan çiziyordum. Zihnim bugün bunu istiyordu ve madem öyle ya da böyle bu olacaktı, tanımadığım bir portre için doğru renkleri seçmem gerekiyordu. Bundan öncesinde mor kumaşa terebentinin sıvısını döküp az önceki kalıntıları az bir miktar silmiş, üzerinden hazırladığım ten rengiyle tekrar geçmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Colourful Body | Mindless Desire: First Love
FanfictionJeon Jungkook zamanında iblisle yaptığı anlaşmaya göre çirkin olduğunu düşündüğü vücudunu ona satacak ve bunun karşılığında ruhunu istediği bedenle kaplayabilecekti. Ona yardım etmesi için ilk ve son aşkını seçmişti. (Bir resimden esinlenilmiştir.)