48 - Zümrütün İntikamı
Asamı çantamdan alırken Tolga kaşlarını çatarak bana baktı. Göz göze geldiğimizde yüzünde okuyamadığım bir ifade vardı.
"Ne oldu?" diye sordum.
"Kendini tehlikeye atıyorsun." Gülümsedim. "Sen beni merak etme. Unuttun mu, ben bir zümrütüm."
"Ölümsüz değilsin." dedi ters ters. Gözlerimi devirdim. Tarık amca konuşmamıza dalarak "Tolga sakin ol, hepsini bağladık. Sorun çıkmayacak." dedi.
"Bak sevgilim, duydun mu? Sorun yok." Yine de gri gözlerinde hoşnut olmayan ışıltılar geziyordu.
"Gidelim." dedi Tarık amca. Başımı sallayıp onunla kapıdan çıkarken tekrar Tolga'ya baktım. Beni dikkatle inceliyordu. Ona küçük bir öpücük gönderdim.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum Tarık amcanın peşinden ilerlerken. "Elimi tut, seni yanımda ışınlayacağım." Elini tuttum ve bir yere geldik.
Kapının önünde durduğumuzda Tarık amca "İçeri girdiğimizde ne göreceğini biliyorsun." dedi. Başımla onayladım. "Yine de senden sakin olmanı ve öfkene yenik düşmemeni istiyorum."
"Öfkeli değilim." dedim ki bu doğruydu. Kendimi gayet normal hissediyordum. O kişileri gördüğümde ne olacağını bilemezdim tabii.
Tarık amca kapıyı tıklattığında "Şifre?" diye bir ses geldi karşıdan. "Tolga." Kapı açıldı. Ben önden, Tarık amca arkamdan girdiğinde karanlık sayılabilecek kadar az ışık alan ortamı taradım.
Depoya benziyordu daha çok. Etrafta masalar vardı ve üstleri boştu, tozlar havada uçuşuyordu. Işık dar pencerelerden giriyordu yalnızca. Tarık amca birileriyle el sıkışırken gözüm yan yana sandalyelerde oturan üç kişiye takıldı. İkisi erkek, biri kadın.
Zümrütün öfkesi damarlarımda akmaya başlamıştı bir zehir misali. Az önceki sakinliğimin yerini Özgür'ün tabutu, Cesur'un yara bere içindeki yüzü ve Tolga'nın yataktaki yarı ölü görüntüsü aldığında asamı kavradım sımsıkı.
Kadına doğru yaklaştım ilk önce. Başını kaldırıp bana baktı. Beni tanıdığını yüzüne yayılan sırıtıştan fark ettim. "Mehir Beytürk." dediğinde kaşlarımı kaldırıp başımı hafifçe eğdim. "Beni bulmak için harcadığın efora hayran kaldım."
Omuz silktim. "Ben bir şey yapmadım. Hepsi yönetimin marifeti."
"Cenaze nasıldı?" Dişlerimi sıktım öfkeyle. Asamı kaldırıp sözsüz bir büyü yollarken kadın acıyla yüzünü buruşturdu. "Çocuktan ne istedin ha?"
"Kendini kaybedip bana gelirsin sandım. O kadar değeri yokmuş demek ki sende." Çektiği acının ne kadar yoğun olduğunu biliyordum, kaburgaları akciğerlerine baskı yapıyordu çünkü ama o hala benimle dalga geçmenin peşindeydi.
"Sen kimin ne kadar değeri olduğunu anlayamazsın!" Asamdan alevler çıkmaya başladığında yandaki iki adam da bana döndü. "Bana ulaşmak için... Sırf beni avlayabilmek için iki kişiyle uğraştın."
"Hata yaptın küçük zümrüt. Gelseydin ölmezdi." Asamdan çıkan kamçı omzuna vurduğunda dudaklarını birbirine bastırdı. "O çoktan ölmüştü."
"Dahi nişanlının ölmek üzere olduğunu duydum." dedi kesik nefesler alarak. Gözlerim öfkeyle karardığında sırıttı. "Bir şey yapmama gerek kalmadan bir sevdiğin daha gitti."
"Kes!" dedim ve göğsüne doğrulttuğum asamdan kırmızı ışınların çıkışını izledim. Kadının göğsüne kızgın güneş sıcaklığındaki ışınlar vurduğunda acıyla çığlık attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐒𝐎𝐘𝐋𝐔 𝐀𝐕𝐈
Fantasy𝐒𝐎𝐘𝐋𝐔 𝐀𝐕𝐈 │Her bir rengin anlamı vardır derler lakin hiçbir rengin anlamı hayatı pamuk ipliğine bağlayacak kadar tehlikeli olmamıştı. © audrisimpavi...