43- Final

472 31 47
                                    

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun

Belki haziran’da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın teleş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin

                               Attila İLHAN




Boğazında acı bir tat, kulağında hüzünlü bir melodi vardı. Dünyaya ait olan tüm renkler gözlerinin önünden silinmişti. Sadece koyu bir siyah sarmıştı etrafını. O gece gökyüzünde ay da yıldız da yoktu. Ruhu karanlıklara bulanmışken sanki kendisine ceza olarak gözlerinden de ışık yoksun bırakılmıştı. Sırtını ağacın gövdesine yaslamış ve acılarla kıvranan ruhunu  kendi haline bırakmıştı. Delik deşik olmuştu, ne yapacağını bilemez haldeydi. Asya'yı bu hâle o getirmişti. Onu korumak isterken canını öyle yakmıştı ki... Nasıl düzeltebileceğini bilmiyordu. Düzeltilir miydi onu da bilmiyordu. Başını ellerinin arasına alıp ağlamaya başladı. Göğsündeki sancı fazla canını yakıyordu.

Dakikalar boyunca omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Ona yaşattıklarını asla geri alamayacağını bilmek delirecek gibi hissetmesine sebep oluyordu. Yolun çok başında bitirmişti sevdiğini. Bu yük Ulaş'a çok geliyordu.

Ruhunu emen hayaletler peşini hiçbir zaman bırakmayacaktı. Sendeleyerek ayağa kalktı. Arabasına doğru yürürken ayağı tökezlemişti. Kendisini toparladı ve arabaya bindi. Ne yaptığı hakkında pek fikri yoktu, sadece Asya'yı düşünüyordu. Onun kendisine yaptığı şeyi. Kendisini bıçaklamıştı. Bunu düşündükçe aklını yitirecek gibi oluyordu. Dayanamayıp öfkeyle bağırdı. Elleri kendisine olan öfkeden titriyordu. Onun yanında olamamıştı. Hiçbir zaman onu kurtaramamıştı. Tek yaptığı Asya'yı daha fazla dibe itmekti. Arabasını ne kadar hızlı kullandığından habersiz bir şekilde sürdü.

Genç kızın evinin önüne geldiğinde ne yapacağına dair bir an kararsız kaldı. Biliyordu ki Asya'yı arasa aşağı inmeyi reddedecekti. Fakat onu görmesi lazımdı.İyi olduğundan emin olmalıydı ve sabrı hiç kalmamıştı. Evin bahçesinin etrafı uzun duvarlarla çevriliydi fakat bu Ulaş'ın gözünde fazla küçük bir engeldi. Duvarı kameraların çekmediği yerden tırmanıp bahçeye girdiğinde evin düzgün korunuyor olmamasından ötürü sinirlenmişti. İlk defa düşmanın sınırları içerisinde yer alıyordu fakat bunu umursadığı da yoktu. Evin camlarına dikkatle baktı. Odasının nerede olduğunu bilmemek gafil avlanmasına sebep oldu. Asya'ya bahçede olduğuna dair mesaj atıp beklemeye başladı.

ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin