Yaşamak, sadece kendi çizdiğin yolda yürürken anlam kazanabilir.
Etrafındaki, şu küçücük hayatı boyunca gördüğü en güzel şey oydu. Oyunlar oynuyordu, kıskanıyordu, başkasıyla kesinlikle paylaşamıyordu. Hera, asla Ali'den başkasıyla oynayamazdı. Bir hafta geçmişti. Hera Ali'ye gelmemişti. Ali, her gün olduğu gibi camın önünde küçük bedenin koşa koşa eve gelmesini bekledi. Gittikçe bitkin düşüyordu. Yemek yemiyor, çok susamadıkça su bile içmiyordu. Gidiyorum demesine inanmamıştı. Çünkü, Hera'nın onu bırakması imkansız gibiydi onun için. İnanmadı. Çocuk aklı, bu duruma asla ayak uyduramadı.
Gerçi sadece çocuk aklı da değildi ya.
Hastalandı. Öksürükleri arttı, ciğerleri acımaya başladı mavi gözlü küçük çocuğun. İlk gece geçirdiği havaleden bahsetmek ölüm gibi olurdu. Ki, gerçekten ölümden dönmüştü. Yalnızlık onu mahvetmişti.
İki ay sonra, annesi vefat etti. Ali, sevdiği herkesi küçücük yaşında kaybediyordu. Babası, akli dengesini yitirmek üzereydi. Fakat onun o küçücük bedeni, ne annesini beklemeyi bıraktı ne de Hera'yı.
****
Yağmur hızını artırmış hatta sağanak bir hale gelmişti. İçeri geçmeye tenezzül bile etmedim. Bütün vücudum sırılsıklam olmuş, saçlarım yüzüme yapışmıştı. Ellerimle saçlarımı geriye attım. Kafamı kaldırdığım gökyüzü, hafifçe rengini açmaya başlamıştı. Maviyi görmeye başlayınca, gülümsedim. Ellerim benden bağımsız bir şekilde dudaklarımı okşadı.
Sabaha kadar oturup düşünmüştüm. Ali'nin beni öptükten sonra hiçbir şey söylemeden, yüzüme bile bakmadan gitmesini, öncesinde Söylediği sözleri düşünmüştüm. Belki de haklıydı. Bu tehlikeler başımızdayken biz normal olamazdık. Olamayacaktık.
Sadece bundan mıydı?
Hayır değildi, ben Ali'min yerini kimseye ayıramazdım. Başka bir Ali'ye bile. Fakat, ikisi için de bambaşka yerler vardı kalbimde. Bunu istemesem de anlamıştım. Ellerimi dudaklarımdan çektim. Üşüdüğümü fark edince kollarımı birbirine sardım. Yağmur, yavaşlamış hatta yok denecek kadar az bir raddeye gelmişti. Omuzlarıma konan kalın ve ağır şeye refleks olarak dönüp baktım.
"Donarak öleceksin burda."
Pişkin pişkin sırıtan yüzüne bakıp gözlerimi devirdim. Onu Bu kadar eğlendiren şey neydi acaba? "İçeri geçecektim birazdan." Omuz silkip ıslak yeri biraz kuruladı ve yanıma oturdu. "Ben görevimi yapayım da.."
"Sağol."
Öylece yüzüme baktıktan sonra o da başını gökyüzüne çevirdi. "Neden buradasın diye saçma bir soru sormayacağım." Yüzüne bakmadan gülümsedim. "İsabet olur."
Bu restleşmemizin sebebi dünden kaynaklıydı bunu ikimiz de biliyorduk. Ama işin tuhaf yanı onun hoşuna gidiyordu. Genlerden kaynaklı olmalıydı. "Her zaman istediğin her şeyi elde edemezsin. Mesela dün olduğu gibi."
Bu kez, başımı ciddiyetle ona çevirdim. Saçına karışan ufak sakalları yüz hatlarını daha da belli ediyordu. Onu ilk defa inceliyordum. "Ali'nin senin için yarattığı bu ortama, senin için yaptığı bunca şeye sevinmelisin."
"Çünkü ben, Ali'nin bu zamana kadar etrafında gördüğüm kimseye bunları yaptığını görmedim."
Kaşlarımı çattım. Bu, sinirle çatma değildi. Anlam veremiyordum. Mademki ikimiz de bu kadar değerliydik birbirimizin gözünde, o zaman bu engeller neydi? Başımı hızla iki yana salladım. Engelse engel, herkese diz çöktüren bir mafyanın aşka korkusu olması beni öfkelendiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp
FanfictionKaybolmak keşke acı vermeseydi. Keşke nefret koymasaydı kalbe. Ama bir aşk.. Öyle bir aşk ki bu nefreti bile yanında hiç kalır. Yıllardır sevdiğini arayan bir Adam. Onu bulur fakat fark edemezse?