1

309 11 145
                                    

Öncelikle, okuyan herkese kocaman sevgiler. Uzun mu uzun, kamaşık cümlelerle dolu olduğunu sonradan fark ettiğim bir hikayecik oldu bu. KuzDil'in daha yeni evlendiği bir zaman diliminde geçiyor diyelim. Bir de başlamadan önce Kuzgun'un YouTube kanalındaki 3.bölüm videolarından "Eksik Olma" başlıklı olanı izleyip ezber tazelerseniz güzel olabilir... Şimdiden sevdiğiniz ve sevmediğiniz her satır için teşekkürler, hataları da hoş görebilmeniz dileğiyle, keyifli okumalar!

K'ye. Geç doğum günü hediyesi ama aslında bu ithafın bir bahaneye hiç ihtiyacı yok.

*** 

Koşmaya devam ediyordum, ayaklarımda tahtadan bir çift terlik olmasa hem daha hızlı, hem de daha rahat olabilirdim belki. Ne zamandır takunya kullanır olmuştum ki zaten? Sürekli topuklarıma batan minik sahil çakılları yüzünden canım da yanmıyor değildi. İyice yorulduğumu, artık yola devam edemeyeceğimi hissettiğim bir anda o korkunç şakımayı bir kez daha duymak, kalbimi artık durabileceği kadar hızlı atmaya zorlamıştı sanki. Dehşet içinde omzumun ardına, göğün neredeyse tamamını kaplayan genişlikteki kanatlarını çırparak beni kovalayan şahine baktım, bakarken de artık dengemi koruyamamış ve yere çakılmıştım.

Ben daha kendimi toparlayıp tekrar ayağa kalkamadan şahin tüm görkemiyle hemen üzerime doğru alçalmaya başladı. Çığlık atmaya başladığımda sesimin çıkmadığını fark etmek, bir başka dehşete sürüklemişti beni. Ben bir elimi sessizliğimin nedenini anlamak istercesine boğazıma götürürürken, avcım da yüzüme git gide yaklaşır olmuştu ancak, nasıl oluyorsa yaklaştıkça küçülüyordu gövdesi. Kısa sürede oldukça küçülmüş olan bedenini parlak güneş altında seçebilmem zordu, yine de aramızda bir metre kaldığında neye benzediğini görebildim. Siyah, hiçbir yırtıcının izlerini yüzünde barındırmayan hatta, uysal görünen bir kuş.

"Dila..."

Kuş sonunda gövdeme konduğunda, içimdeki korku yerini bir şaşkınlığa bırakmıştı. Üzerimde biraz gezindikten sonra boyun girintime saklanmasına karşı çıkmamıştım ancak çenemi gıdıklayışı sinir bozan cinstendi. Onu rahatsız etmeden incelemenin bir yolunu aradığım sırada çenesi açıldı, ağzından çıkanın adım olduğunu duyunca bir kez daha korkuya kapılıp yerimden sıçradığımda, o da üstümden uçup gitmişti.

"KUŞ!" diye bağırışım, uyandığım ana dair ilk hatırladığım şey. İkincisiyse uzandığım şezlongun yanındaki kumlara oturmuş ve sırtını kendi şezlonguna yaslamış olan, bir kolu büktüğü dizine dayalı bana küçük kahkahalarla gülen Kuzgun.

"Ne o Dila?" diye sordu gülmeyi bırakabildiği ilk anda. "Yüzüne bak sanki kavgadan çıkmışsın. Yok hani ama bu öyle yumruk attım suratı da değil, sanki kaçmışsın adamların alayından."

Yüzüme vuran yakıcı güneş yüzünden gözlerimi hala tam olarak açabilmiş değildim ama yüzündeki keyifli ifadeyi görebilmek için, onu gerçekten görmeye de gerek duymuyordum zaten. Yattığım yerde oturma pozisyonuna geçerken biraz da esnedim, gözlerimi ovuşturdum. Denizden esen rüzgarın beni kendime getirişini izliyordu. "Yok," dedim, ben de gülerek, yine de yüzümü de buruşturmuştum. "Kuşun birinden kaçıyordum. Sonra kondu böyle şuralarıma," Bir elim bu kez gerçekten boynuma gitti, hala hissettiğim gıdıklanma hissini tırnaklarımla def etmeye çalıştım. "Gıdıkladı böyle tüyleri..."

Hızla oturduğu yerden kakıp benim yanıma, şezlongun üzerine serili mavi havlunun üstüne otururken, bir elini omzuma atıp göğsüne yatırdı beni. "Ha o mu?" diye sordu gözümün önüne bir kuş tüyü uzatarak, elinde bir şey tuttuğunu o ana dek fark etmemiştim. "Kaçtığın kuş Kuzgun'muş, uyanışına dedim biraz neşe katayım."

AFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin